Donanmalar Çarpışıyor 3: Barbaros Preveze’de Haçlı Avında!

33 Dk. Okuma Süresi

Kıymetli Turkish Defence Agency ve Donanmalar Çarpışıyor okuyucuları, serinin 3. yazısında Türk denizcilik tarihinin en büyük ve en popüler başarılarından biri olan, hatta belki ilki olan Preveze Deniz Muharebesini işleyeceğiz.

Seriyi kronolojik olarak okumanızda fayda görüyorum, diğer yazılara erişim için;

  1. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 1:  Deryada Hilal Taktiği/ Koyun Adaları Savaşı!
  2. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 2: Gölgede Kalmış Müthiş Zafer, Sapienza!
  3. Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 3: Barbaros Preveze’de Haçlı Avında!
  4. Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 4: Türklerin Akdeniz’de Son Zaferi, Cerbe!
  5. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 5: İnebahtı Faciasının Görünmeyen Yüzü
  6. Yazı –>Donanmalar Çarpışıyor 6: Yarı Ölü Mezamorta Paşa’nın 8 Zaferi!
  7. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 7: Osmanlı Donanması Çeşme’de Yok Oluyor!
  8. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 8: Osmanlı Donanması İntikam Arıyor!
  9. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 9: Türk Donanması Navarin’de Katlediliyor!
  10. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 10: Mahmudiye Efsanesi Doğuyor!
  11. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 11: Sinop Baskını ve Rus Kalleşliği!
  12. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 12: Abdülaziz’in Donanma Enkazı!
  13. Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 13: Gemileri Çürütmek yahut Yeniden Var Etmek!

Hazırsanız limandan ayrılıyoruz, pruva Adriyatik vira bismillah…

Tarihler 1483 yılını gösterdiğinde Adalar denizi (Ege) içerisinde bulunan adaların biri olan Midilli’de bir çiftçi ailenin 3. Oğlu dünyaya gelmişti.Bu Türk aile oğullarına Hızır ismini vermişlerdi. Aradan bir süre geçmiş ve Hızır babası gibi çiftçilik mesleğiyle haşır neşir halde büyümüştü. Ancak hem onun hem abisi Oruç’un gözü hep adalardan deryaya açılan yelkenli balıkçı sandallarındaydı. Oruç, kardeşlerden İlyas ‘ı da yanına alarak ticarete sarmıştı. Tekneler kiralıyor, bereketli Suriye ve Akdeniz’e sınır memleketlerden mallar getirip satarak tüccarlık mesleğini tatbik ediyordu. Günlerden birinde İlyas ve Oruç yine Suriye topraklarına gitmişlerdi. Malları teknelerine yüklemiş ve Anadolu yoluna koyulmuşlardı. Lakin o dönemde deniz ticareti çok karlı olduğu gibi riskliydi de. Ticaret kadar Korsanlık da bir o kadar bereketliydi. Oruç ve İlyas’ın küçük filosu Adalar denizine değin ilerlerken bölgenin en meşhur korsanlarına denk gelivermişlerdi. Rodos Şövalyerleri!

Şövalyeler derhal tespit ettikleri gemilere taarruz etmişti. Onlar için özel bir durum yoktu çünkü her zaman yaptıkları işi yapıyorlardı. Aslına bakılırsa bu olay o dönem için özel değildi. Teknelere rampa edip çarpışan Rodos şövalyeleri kardeşlerden İlyas’ı bir sopa ile vurarak öldürmüşlerdi. Oruç ise sağ ele geçirilmişti. Denizci korsanlar için sağ esir almak çok mühim bir husus idi. Oruç da gemilere esir düşenlerin kara talihini paylaşmış ve forsaya çakılmıştı. (Bireylerin kürek başına oturtularak çok az erzak ve su ile sürekli kürek çektirilmesi.)Bir zaman forsada çakılı kalarak kürek çeken Oruç, talihin kendisine gülmesiyle fırsatı yakalamıştı.

(Oruç Reis)

Bulunduğu gemi asi bir fırtınaya yakalanmıştı. Fırtına devam ederken gemiyi idame etmeye çalışan mürettebat forsaları boşlamış, fırsat bu fırsat Oruç derhal güverteye çıkmış ve fırtınalı Akdeniz’in dalgalı sularına bir hışımla atlamıştı. İş ya kimse Oruç ile ilgilenecek zamanı bulamamış, bırakın zamanı o suya dalacak cesareti kendisinde görememişti. Oruç kısa sürede suların karanlığında kayboluvermişti. Lakin daha sonraları sıkça anılacağı “Denizlerin Kurdu” lakabının hakkını vermiş, yüze yüze mısır sahillerine ulaşmıştı. Mısır o dönem Memlük toprağıydı ve Oruç Memlük Sultanı’nın hizmetine girmişti. Tarih, dönüyordu.

Memlük Sultanı’nın hizmetinde bir süre kalan Oruç daha sonra 2. Beyazıd’ın şehzadesi Korkut’un destek ve telkiniyle korsanlığa yönelmişti. Derhal Midilli’ye varıp kardeşi Hızır’ı da yanına alan Oruç Akdeniz’e açılmıştı. Kardeşiyle tarih yazacaklarından habersiz Avrupa’nın güney sahillerinde Venedik, Ceneviz, Roma, Napoli, Sicilya, Fransa ve İspanya ile mücadeleye girmişlerdi. Hızır her ne kadar iyi bir denizci olsa da büyük olan Oruç daha baskın, daha tecrübeli idi.

Deneyimlerinin de faydasını gören Oruç küçük bir filoya sahip olmuş, sözü geçen kıyı kesimlerinde muazzam bir başarı elde etmişlerdi. Hristiyan ticaret gemilerine saldırıyor, hazinelerini ele geçiriyorlardı. Sahillere baskın vererek genç Hristiyan erkekler esir ediyorlardı. Bu süreçte kırlangıç, çektiri gibi küçük gemilerle çalıştıklarından Hristiyan deniz gücünün bel kemiği olan kadırgalarla mücadele edemiyorlardı. Kısa sürede zenginleşip büyümelerinin ardından baştarda olarak anılan kadırgalara da sahip olan Oruç artık Reis idi. Oruç Reis. Kısa zamanda büyük başarılar elde etmiş, Hristiyan alemine namını salmış ve namını duyup kendisine biat eden reislerle epey büyümüştü. Artık birden fazla filoya sahip, ciddi bir güç idi. Namı duyulmuştu duyulmasına da, Oruç olarak değil “Barbarossa” olarak…

Oruç Reis uzun yıllar başarıyla korsanlık yapmıştı. Bu başarının en büyük delili de Cezayir olmuştu. Cezayir’i ele geçiren ve kendini Cezayir Sultanı ilan eden Oruç reis Mağrip sularda (Mağrip, Fas-Cezayir-tunus-Libya toprakları) Avrupalı güçlerle mücadele etmişti. Namı o kadar yayılmıştı ki Avrupa topraklarında adı şiirlere ve efsanelere konu olmuştu. Avrupa ve bilhassa İspanya ne yaptıysa Oruç’u alt edememişti. Konar göçer gibi hareket eden donanmasını bir yerde yakalamak, yakalayıp etkisiz hale getirmek imkansızdı. Bölünerek küçük filotillalar halinde çalışan Oruç Reis donanması küçük gemilerle küçük gruplar halinde kurt sürüsü gibi Avrupalı ticaret gemilerinin peşine düşüyordu. Ticari rotayı koruyan büyük kadırga ve kalyonlarla dahi mücadele ediyordu. Hatta kimi zaman anlı şanlı devasa kalyonlar, kalyonlarla birlikte asilzade Avrupalılar Oruç’a esir düşüyordu.

Aradan geçen süre zarfında Oruç Reis önce Cezayir’in batısındaki Oran’ı ele geçirmişti. Daha sonra da daha batıda olan Tlemsen’e yönelmişti. Bu bölge İspanyol İmparatorluğu için fazlasıyla önemliydi. Oruç leventleriyle birlikte Tlemsen şehrine gelmişti. Donanma gemilerinin topları kaleyi vuracak menzilde olmadığından kara taarruzu gerçekleştirilmesi planlanmıştı. Türk leventleri ve Arap berberilerden oluşan birlik kaleye taarruza geçmiş, berberilerin cesaret gösteremeyip kaçmasıyla Türk leventleri zor duruma düşmüştü. Hatta Oruç Reis’in meşhur çolaklığı bu savaşa dayanır. Sol koluna gelen bir ok yahut merminin izini ömrü boyunca taşımak zorunda kalmıştı. Elbette leventlerin cevvalliğiyle kale alınmış, Tlemsen, Türk toprağı olmuştu.

Tlemsen’in de düşmesiyle Avrupalı soylular panik yapmış ve devasa bir filo oluşturarak Tlemsen’e göndermişti. Bu muazzam filo aslında daha önce Oruç’un üzerine gönderilip mağlup olan Avrupa filolarından farksızdı. Ancak bu sefer savaş denizde değil karada olacaktı.

(Cezayir’de Oruç Reis Anıtı)

Büyük bir savaş verilmişti. Oruç Reis yedi ay boyunca Tlemsen’i korumuş fakat Tlemsen valisinin İspanyollarla işbirliği yapması, bölgedeki arap halkının Oruç ve leventlerinin arkasından iş yapması sonucu Reis derhal leventleriyle huruç harekatı yaparak ablukayı kırıp Cezayir’e dönmeyi kafasına koymuştu. Gecenin birinde siyah örtü altında sessizce ricata başlayan Türkler arap halkının İspanyollara haber uçurmasıyla tehdit altında kalmıştı. Çarpışa çarpışa Mencete sıradağlarına kadar çekilen Türkler tam nehir kıyısına gelmişti. Nehir geçilirken Oruç Reis’in karşıya geçmesinin hemen akabinde İspanyol süvarileri bölgeye yetişmiş ve nehri geçememiş 20 leventin üzerine çullanmıştı. Bu sırada leventlerden Oruç Reis’in kanını donduran, tüylerini diken sesler işitilmişti. “Baba Oruç bizi buralarda koyup nerelere gidersin?”

Evet, Oruç reis leventlerinin babasıydı. Askerleri ona Baba Oruç derdi. Arkada kalan 20 levendi orada bırakamayan Baba Oruç yanındaki leventlerin ısrarına rağmen, oradan kurtuluşun olmadığını bilmesine rağmen nehrin gerisine geçmiş, leventleriyle vuruşmaya başlamıştı. Türk leventleri İspanyollara çok zayiat vermişti fakat teker teker şehadete ermişlerdi. Oruç ise etrafında kalan son levendleriyle çarpışmaya devam ederken mızrak ve ok ile vurularak safdışı bırakılmıştı. Levendlerinin başlarının kesildiğini anbean izleyen Baba Oruç da gözlerini yummuştu. Soylu şövalyelerden Garcia Fernandez de Avrupa’ya korku salan Oruç Reis’in, Baba Oruç’un başını kesmiş ve balmumu ile İspanyol Kralına götürmüştü. Baba Oruç, 3 büyük reisin başları ve Oruç’un kılıcıyla sancağı Güney avrupada bölge bölge dolaştırılmış, mızrak başına takılarak sokaklarda gezdirilmişti. Oruç Reis kahpece şehit edilmişti. Garcia ise mızrak ve ok ile şehit edilmesine rağmen kılıç kılıça dövüşerek Oruç’u öldürdüğünü anlatarak ününe ün katmıştı…

(Oruç Reis Bİr Kadırgayı Ele Geçirirken)

Aynı gece Cezayir’de Hızır Hayreddin ve reisler tayfalarını toplamış keyifle vakit geçiriyordu. Ta ki Sinan Reis Tlemsen’den gelip kara haberi verene dek…

Barbaros lakabı ve sancağı bundan böyle Hızır Hayreddine kalmıştı. Tek Barbaros artık Hızır idi…

Barbaros Hayreddin, abisinden devraldığı mirası devam ettirmeye başlamıştı. O dönemde Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim de Memlük devleti ile savaşıp Memlükleri ortadan kaldırmış, Suriye, Hicaz ve Mısır’ı fethetmişti. Hızır Hayreddin abisi Oruç’un en başından beri planladığı gibi Osmanlı’ya katılmanın vaktinin geldiğine kani olmuştu. (Oruç’un bu amacı Feridun Fazıl Tülbentçi’nin Şanlı Kadırgalar romanında da geçmektedir.)

Sancağını, donanmasını ve sultanı olduğu Cezayir’in anahtarını İstanbul’da Sultan Selim’e takdim ederek biat eden Hızır, Yavuz tarafından takdirle karşılanmış, biatı kabul edilmiş ve artık Osmanlı vilayeti olan Cezayir’e beylerbeyi tayin edilmişti. Bununla birlikte Barbaros’a yeni gemiler hediye edilmiş, her türlü destek sözü verilmiş ve 2000 yeniçeri de emrine tahsis edilmişti. Barbaros artık Osmanlı beyiydi ve daha güçlü halde Akdeniz’e açılmak üzereydi.

Aradan bir süre geçtikten sonra 1533 senesinde Osmanlı’nın yeni sultanı Yavuz Selim oğlu Süleyman (Kanuni) Barbaros’u İstanbul’a çağırmış, kendisine Osmanlı Donanmasının Kapudan Paşa yani Kaptan-ı Derya vazifesini vermişti. Osmanlı Donanmasının yegane amirali olan Hızır da derhal vazifeye başlayarak Donanmayı büyük kaynaklarla geliştirmeye koyulmuştu. Tersaneleri yenilemiş, daha büyük ve ihtiyaca göre gelişmiş gemiler inşa ettirmişti. Özellikle Veizr-i Azam’ın katkılarıyla hazırlanan bütçe ile 100 gemilik bir filo sıra sıra tersane kızaklarına çekilmeye başlamıştı. Barbaros bu gemiler tamamlanmadan sulara açılmak niyetinde değildi ancak Salih Reis’in o günlerde başarmakla yükümlü olduğu görev Barbaros’u zorda bırakmıştı.

Salih Reis, Mısır’dan Hint hazinesini getirmekteydi. Bu hazine İstanbul yolundayken Andrea Doria bunu haber almış ve 40 gemilik kadırga filosuyla Salih Reis’in peşine düşmüştü. Haber duyulunca Barbaros Hayreddin Paşa 100 gemiden henüz 10’u tamamlanıp donanmaya katılmış halde adalar denizine açılmıştı. Adalar denizine inen Barbaros’un haberini alan Doria’da derhal istikametinden dönmüş ve Avrupa sahillerine yelken basmıştı. Barbaros ise hazır sefere çıkmışken Adalar denizi yani Ege’de birçok adayı zaptetmişti. Aradan geçen süre zarfında Barbaros 25 kadar ada ve adacığı fethetmiş, binlerce esiri ve bir sıra hazineyi de ele geçirerek İstanbul’a göndermişti. Kızağa sürülen 100 gemi de tamamlanıp donanmaya katılmıştı.

Orta Akdeniz’de ki bu bölgeler bir alınıp bir kaybedilirken bu çekişmeli saha Barbaros’un asıl çalışma alanı olmayadurmuştu. Barbaros önce donanmasıyla Adalar Denizinde (Ege) bulunan adaların kalanlarını fethederek Adalar denizini tamamen Türk Gölü haline getirmişti. Kalan sadece Girit olmuştu. Barbaros’un bu kısa süre zarfındaki aktif denizci faaliyetleri Avrupa ve bilhassa Papalık’ın dikkatini çekmiş, ürkmelerine sebep olmuştu. Tarih tekerrür edecek, Avrupa bu sefer Kudüs için karadan değil; Akdeniz için denizden haçlı seferine çıkacaktı.

(Türk Kadırgası)

Papa’nın emriyle Haçlı donanması oluşturulmuştu. Bu donanma dönemin en güçlü denizci devletleri Papalık, Venedik, Ceneviz, İspanya, Almanya ve Portekiz gemilerinden meydana getirilmişti. İtalya yarımadasında Habsburg hanedanlığının hakimiyetine girmemiş tek devlet olan Venedik’in İspanya ile aynı tarafta yer alması aslında işin ne kadar ciddi olduğunun deliliydi. Bu iki büyük düşmanın da haklı gereçkeleri vardı. Venedik, İspanyolların kendilerini Osmanlı’nın önüne atarak deniz gücünü yok edebileceğini ve bu vesayetle Akdeniz hakimi olabileceğini düşünüyordu.

İspanya ise Venedik filolarının savaşta taraf değiştirip Osmanlı safına geçerek Haçlı donanmasını arkadan vurabileceğini düşünüyordu. Venedik ve İspanya çekişmesi arasında donanmanın nereye sefere gideceği kararlaştırılamamıştı. Venedik Adriyatik denizindeki filolarını rahatlatmak için doğu Akdeniz’e, İspanya ise İtalya yarımadasını güvene almak için Cezayir’e sefer istiyordu. En sonunda karara varılmış ve önce Osmanlı deniz gücünün yok edilmesinde ardından sonrasına bakılmasına karar kılınmıştı. Bu donanma bugün ile kıyaslandığında muazzam derecede göz korkutacak, dehşet verecek kadar büyük ve kudretli idi. Öyle ki haçlılar bu muazzam gücün büyüsünde kalmıştı. Şayet İstanbul  alınırsa  V. Şarl doğu roma imparatoru ilan edilecekti.

Papa’nın hükmü Asya’yı da kapsayacak, Venedik ise osmanlıya karşı kaybettiği başta Mora olmak üzere tüm üslerini ve Doğu Akdeniz’i geri alacaktı. Haçlılar dereyi görmeden paça sıvamaya başlamışlardı bile. Bu büyük gaye için savaş halinde olan Fransa ve İspanya Papa’nın zoru ve diretmesiyle de olsa 10 yıllık barış imzalamış, görüşmeler devam ederken dahi birbiriyle çatışan donanmalarını birleştirmişlerdi. Haçlı donanması Akdeniz’in muhtelif bölgelerinden filolar halinde yelken basmış ve Adriyatik denizinin güneyinde, bugün Arnavutluk ile Yunanistan sınırının kesiştiği yerde kıyıya yakın bulunan Korfu adasında yönelmişlerdi. Donanma bu bölgede toplanacaktı.

Haçlı donanmasının Venedik, Ceneviz, Malta ve Napoli ayağı Korfu adasında beklemeye koyulmuş ve kararlaştırılan tarih geçmiş olmasına rağmen Amiral Andrea Doria hala teşrif etmemişti. Bu, aslında onlara güvenmeyen Venedik’i kat kat işkillendirmişti. Andrea Doria hala başka işlerle meşgul iken Kral 5. Şarl’ın sıkıştırmasıyla Korfu’da toplanan haçlı donanmasına iştirak etmişti. Anlaşmada kararlaştırılan gemi sayısının yarısı kadarıyla gelen Doria’nın teşrifiyle Haçlı donanması harekete geçmiş ve Preveze’yi kuşatma altına almış, Barbaros’u beklemeye koyulmuşlardı.

(Kadırga ve Kalyon)

Osmanlı Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayreddin Paşa ise haçlı donanmasının harekat yapacağını haber almıştı ve elindeki filoyla İtalya hakimiyetindeki Adalar denizinin (Ege) kuzeybatı bölümündeki adaları fethetmişti. Daha sonra Barbaros Hayreddin de haçlıların Preveze’yi kuşattığına dair ürkünç havadisi işitmişti. Kaçış yoktu, bu büyük donanmayı vur kaç ile oyalamak da arı kovanına çomak sokmak gibi olurdu. Vakit, savaş vaktiydi. Derhal Osmanlı’nın bütün deniz gücünü toplayıp Korfu adasının 50 mil kadar (80 km) güneyinde Preveze’ye dümen kırmıştı. Vakit gelip çatmıştı. Ya tarih yazmak ya tarihten silinmek günüydü.

Tarihler 24 Eylül 1538’i gösterdiğinde Barbaros donanması ile Preveze’ye gelmiş ve donanmasını Arta Körfezine yerleştirmişti. Donanmasıyla bölgeye gelirken Turgut Reis’i de 20 hızlı gemi ile keşfe yollamış ve gelen rapor üzerine haçlı donanmasının 160 kadırga, 120 kalyon, 300’den fazla nakiye gemisi ile 600+ gemiden oluştuğunu öğrenmişti. Ayrıca gemilerde toplam 2500-2600 top ve 60.000 asker mevcut idi. Kendi donanmasında ise 120 kadırga, 20 kalyon vardı. Bu gemilerde toplam 366 top ve 3.000’i yeniçeri 11.000-12.000 kadar asker mevcut idi. Bu, Haçlı donanmasını Osmanlı donanmasından Kadırga ve Kalyon bakımından 2 kat, top bakımından bakımından yaklaşık 7 kat, asker bakımından ise yaklaşık 5 kat büyük yapıyordu. Osmanlı Donanması ve Barbaros çok büyük bir imtihan ile başbaşaydı.

(Preveze)


TARAFLAR
  Osmanlı İmparatorluğu   Venedik Cumhuriyeti
 İspanyol İmparatorluğu
  Papalık Devleti
  Ceneviz Cumhuriyeti  
Malta Şövalyeleri
AMİRALLER
 Barbaros Hayreddin Paşa
 Seydi Ali Reis
 Salih Reis
 Turgut Reis
 Sinan Reis
 Andrea Doria (Cenova)
 Marco Grimani (Papalık)
 Vincenzo Capello (Venedik)
DONANMALAR
120 kadırga 
20 kalyon
Yekün 140 gemi
366 top
3.000 yeniçeri ve 8.000 levent
160 kadırga
140 Kalyon
300 kadar çektiri ve nakliye vb. gemi
Yekün 600+ gemi
2500-2594 top
60.000 asker
KAYIPLAR
1 gemi battı (0 Kayıp İddialar arasındadır)
400 Şehit
800 Yaralı
13 gemi battı
36 gemi ele geçirildi
3,000 asker ve denizci esir düştü

Haçlı donanmasında 308 savaş gemisi ve 300 nakliye/ikmal gemisi bulunuyordu. Bu 608 geminin yarısından fazlasını oluşturan 308 gemilik savaş filosunda İspanya ve Portekiz cihetinde 80 adet kalyon mevcut idi. Venedik ittifaka 10 adet kalyon ve 70 adet kadırga ile katılmıştı. Malta şövalyeleri 10 kadırga ve diğer bazı prenslikler de 49 kalyon ile gelmişti. İttifakın temel bileşeni Papalık 36 kadırga ile gelmişti. İttifakın amiralinin bulunduğu Cenova’da ise Andrea Doria’nın bayrak gemisi 1 kalyon ve 52 kadırga vardı.

Barbaros Hayreddin Paşa Arta körfezinde demirli baştardasının kamarasında tüm reislerini toplamıştı. Salih, Sinan, Turgut, Seydi Ali, Naksoslu Hasan gibi uzun zamandır kendisinin yanında ve rüştünü ispatlamış olan reislerinin ekseriyeti haçlı donanması bölgeyi terk edene kadar Arta körfezinde kalınmasında kani idi. En nihayetinde körfez girişindeki kale ve körfezin coğrafi konumu haçlı donanmasının içeriye girmesini engellemekteydi. Halbuki Barbaros bu hususta kararsız idi. O gece yatarken gusül abdestini almış, namazını kılmış ve yüce rabbine dua etmişti. Düşmana taarruz etmenin hayırlı mı hayırsız mı olduğunu rüyasında görmek istemişti. İstiare uykusuna dalıp sabah namazı için uyandığında gözleri keskin, kalbi mutmain olmuştu. Rüyasında savaşmanın hayırlı olacağına dair emareler görmüştü.

Osmanlı donanmasında savaş hazırlıkları sürerken haçlı donanması da Barbaros Hayreddin ve donanmasını körfezden çıkartmak için daha güneyde, yakın zamanda Kemal Reis tarafından alınan Mora yarımadasındaki İnebahtı’ya taarruza kalkmıştı. Planlarına göre İnebahtı ablukaya alınınca Barbaros körfezden çıkacak ve Haçlı donanması Osmanlı donanmasını ezip geçecekti. Fakat haçlı donanmasında olmaması gereken bir takım durumlar vardı. Kötü bir hava seziliyordu. Haçlı donanması Korfu açıklarındayken Kral Şarl’dan savaşmama talimatı almıştı. Bu elbette o dönem sümen altı bir talimattı. Şarl biliyordu ki eğer Osmanlı mağlup edilirse Venedik orta ve doğu Akdeniz’in yegane hükümdarı olurdu.

Akdenizin tamamına hakim olmak isteyen sadece Venedik değildi. İspanyolları ve Fransızlar da bu gayeyi hedefliyordu. Bu sebeple Doria taarruzu sürekli bekletiyor, işi yokuşa sürüyordu. Hatta Barbaros’a teklif göndermiş, Osmanlı Kaptan-ı Deryalığını bırakıp kendilerine katılması karşılığında Cezayir’in krallığının kendisine verileceğini iletmişti. Bu teklifi Osmanlı divan-ı hümayununa gönderen Barbaros’a divandaki paşalardan Lütfi Paşa’nın teklifi ise teklifi reddetmeyip düşmanı oyalamak yönünde olmuştu. Bu arada Doria’ya Tunus’un da verilmesi karşılığında mümkün olabileceğini iletmişti. Bu dönemde tüm Osmanlı Deniz gücünün onca karşı görüşe rağmen teslim edildiği Barbaros, Padişahın gözlemcileri tarafından denetleniyorlardı da. Barbaros Hayreddin, Korsan Hızır Osmanlı’ya tüm sadakatini göstermeliydi.

Haçlı donanması güneye ilerlemeye koyulmuşken bayrak gemisinde bulunan yüzyılın en büyük iki amiralinden biri olarak gösterilen Andrea Doria, kalyonunun kıç kasarasından arkaya dönmüş ve Osmanlı donanmasının peşine takılmış halde olduğunu görmüştü. Doria’nın yüzüne sinsi ve kendinden emin bir tebessüm yayılmıştı, Barbaros kurdun pususuna düşmüştü…

Haçlı donanması derhal aksi yöne dönerek savaş pozisyonuna geçmişti. Hat düz bir şekilde sıralanmış ve 3 sıra halinde dizilmişti. En öneki ilk hatta dev kalyon gemileri ve karakalar sıralanmıştı. Kalyonların ve karakaların hemen arkasında ikinci hatta kadırgalar ve en arkada üçüncü hatta çektiri gibi muhtelif küçük gemiler dizilmişti. Stratejiye göre kalyon gemilerinin cüsseli gövdeleri kale duvarı gibi arkadakileri koruyacak, arkadaki kadırgalar ile birlikte top atışı yapacaklardı. Bu sırada kalyon perdesi altında güvende olan kadırgalar da siperdeymiş gibi kolayca manevra yaparak savaşın gidişatına göre tutum takınacaktı.

Osmanlı cephesinde ise donanma hilal şeklinde dizilmişti. Kadim Türk stratejisi denizlerde ilk defa Koyun Adaları Savaşlarında Çaka Bey tarafından uygulanmış ve gayet başarılı olmuştu. Barbaros da deryada meydan muharebesi için bu stratejiyi uygun görmüştü. Osmanlı hilalinin merkezinde Barbaros Hızır Hayreddin yer almıştı. Hilalin sağ cenahını Barbarosun gözdelerinden Salih Reis, sol cenahını ise ileride Hint deniz seferlerinde göreceğimiz Seydi Ali Reis konumlanmıştı. Bu hilalin arkasında ise Turgut Reis komutasında ihtiyat yani destek güç filotillası beklemekteydi.

(Donanmaların Pozisyonları)

Filolar bu halde ilk hareketi beklerken esen sirokko rüzgarları güneyden kuzeye doğru olduğundan haçlı donanması için muazzam bir avantaj sunmuştu. İki tarafta da bulunan kadırga ve çektiriler kürekli olduğundan rüzgara ihtiyaç duymuyorlardı fakat haçlıların en önde tuttukları kalyonları sadece yelkenli olduğundan rüzgar gücüne muhtaçlardı. Bu rüzgarla birlikte dev kalyonlar Osmanlı filolarına doğru harekete geçmişti. Barbaros dehşete kapılmıştı çünkü bu dev kalyonlar daha onları durduramadan Osmanlı gemilerinin arasına dalabilir, mahmuz ve toplarla Türk gemilerini batırabilir ve filonun bütün pozisyonunu darma duma ederek keklik gibi av halinde arkadan gelen haçlı kadırgalarına sunabilirdi. Rivayet o ki Barbaros gemilerindeki leventlerine talimat vermişti. Gemilerde bulunan bütün bez parçalarına Şura suresinin 33. Ayeti ve Ahzap suresinin 9. Ayetini yazdırmıştı.

Şura 33

O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

Ahzap 9

Ey iman edenler, Allah´ın üzerinizdeki nimetini anın. O zaman ki, size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular salıvermiştik. Allah ne yaptığınızı görüyordu.

Kağıt ve bezlere yazılan bu ayetler derhal gemilerin sancak ve iskele bordalarından Akdeniz sularına bırakılmıştı.

Çok sürmemişti ki tüyleri diken diken eden vaka hasıl olmuş, ister tesadüf ister tevafuk deyin rüzgar kesilmiş ve Türk gemilerine doğru hışımla gelen haçlı kalyonları ayette buyrulduğu gibi denizin üstünde durakalmışlardı. Savaş için kırılma noktası bu an olmuştu…

Osmanlı donanmasını ezip geçmek amacıyla manevraya başlayan kalyonlar rüzgarın kesilmesiyle hareketsiz kalmıştı. Hal böyle olunca donanma Amirali Andrea Doria kalyonlara komut vermiş ve kalyonları top atışına başlatmıştı. Kalyon gemileri harekete başlamış ancak Türk gemilerini menzillerine alamadan hareketsiz kalınca başlattıkları top ateşi yağmurundan miskal kadar fayda dahi alamamışlardı. Dev kalyon gemilerinden ateşlenen topların gülleleri henüz Türk gemilerine erişemeden denize düşüyorlardı. Haçlı donanmasının topları bu menzilden yetersiz kalmışlardı.

(Kadırgalar Yaklaşıyor)

Buna mukabil Barbaros Hayreddin aslına bakılırsa derya sularına yüce Kuran’ın ayetlerini bırakırken tam anlamıyla tevekkül etmişti. Zira sadece Allah’tan yardım dilemekle kalmamış, savaş için getirdiği donanma gemilerini de dönemine göre en güncel ve modern teknolojiyle donatmıştı. Türk gemilerinde bulunan kadırga ve kalyonların taşıdığı toplar haçlı gemilerinin toplarına göre çok daha gelişmiş idi. Haçlı donanması mevcut mesafeden Türk gemilerini taciz edemiyorken Osmanlı gemilerinde durum farklıydı. Barbaros Hayreddin doğru zamanın geldiğini anlamış, donanmasına ateş buyruğu vermişti. Türk gemileri, ATEŞ!

Türk gemileri önde gelen haçlı kalyonlarını birer birer hedef almaya başlamıştı. Haçlı kalyonları ne Türk gemilerine karşılık verebilmiş, ne Türk kadırgalarının menzilinden kaçınabilmişti. Koca koca kalyonlar teker teker keklik misali av olmuş, pare pare Akdeniz sularına gömülmeyedurmuştu. Andrea Doria bu gidişatın ucunun felakete vardığını öngördüğünden derhal diğer silahını devreye sokmuştu. Kalyonlar yok ise kadırgalar var idi…

(Karaka ve Kadırgalar)

Amiral Doria’nın komutuyla haçlı donanmasının yelkenli ve kürekli gemileri olan kadırgaları harekete geçmişti. Kadırgalarda bulunan forsa reisleri forsaların üzerine kırbaçlarını şaklatmış ve forsalar hışımla küreklere asılmıştı. Gemiler hızla sancak ve iskele cenahından Osmanlı donanmasını çevreleyecek şekilde ilerlemeye başlamışlardı. Gemiler hızla Osmanlı kanatlarına doğru hareket etmiş ve arka satıhlarına sarkıp yakın mesafeden top atışı ve rampa etmeyi amaçlamışlardı. Elbette Türk gemileri uzun menzilli toplarının avantajlarını bir kez daha konuşturmuştu. Haçlı kadırgaları henüz Türk gemilerine yaklaşmıştı ki Türk gemilerinden gelen yoğun top atışı karşısında kilitlenmiş, derhal geriye kaçarak Kalyonların gölgesi altına girmişlerdi. Bu harekat da başarısız olmuştu.

Gidişatın kötü olduğunu gören Venedik filo amirali Vincenze Capello filikasına atlayıp Doria’nın bayrak gemisine giderek hırçın ifadelerle “Ne yapıyorsunuz? Saldırı emri versenize, ihanet edeceğimden korkuyorsanız ilk hücumu ben yaparım!” demişti. Amiral Doria ise alelade bir cevap ile geçiştirmişti. Venedik kalyonları en önde tarumar edilirken arkadaki Doria kadırgaları bir ileri bir geri amaçsız ve başarısız harekatlar yaparak vakit harcıyordu.

Haçlı kalyonlarının büyük çoğunluğunun safdışı kalması ve kadırgalarının da çevirme harekatının başarısız olmasıyla Adriyatik’in satranç tahtasında hamle sırası Hayreddin’e geçmişti, Barbaros Hayreddin…

(Barbaros’un Baştardası Savaşta!)

Türk donanma amirali Barbaros Hayreddin hiç vakit kaybetmeksizin tüm kadırga ve kalyonlarına harekat buyruğu vermişti. Yegane amaç dağılmış haçlı kalyonlarını yok etmek ve amaçsız bekleyen kadırgalarının kaçışını engellemek için çevreleyip top ateşiyle bertaraf etmekti. Tek hedef birleşik haçlı donanmasını tamamıyla yok etmekti.

Barbaros Hayreddin denizi yırtarcasına haykırarak donanmasına taarruz emri vermişti. Kendi kumandasındaki merkez kuvvetler tam da haçlı donanmasının dağıtılmış kalyonların üzerine dümen kırmıştı. Sancak ve iskele cenahlarının kumandanları Salih ve Seydi Ali Reisler de kendilerine göre pruva yani tam karşılarında duran kadırga filolarına doğru dümen kırmış ve nihayetinde Türk donanmasının çok büyük çoğunluğunu oluşturan ana kuvvetler hırsla haçlı donanmasının üzerine yelken basmıştı. Gemiler iştahla, hevesle küffar teknelerine ilerliyordu. Gemilerin seren direklerindeki çanaklıklardan davullar derinden çalıyor, Türk leventlerinin içten gelen Allah Allah nidaları haçlı denizcilerinin ve gemilerdeki 60 bin savaşçının zaten dağılmış olan moralini yerle yeksan ediyordu. Haçlılar önce uzaktan toplar ile dövülürken şoke olmuşken Türk donanmasının kendinden kat kat büyük muazzam bir donanmaya bu denli inanç ve gıpta ile taarruz etmesi cabası olmuştu.

Türk gemileri haçlı kadırga ve kalyonlarının arasında dalmıştı. Genel olarak İspanyol tipi kadırgalarda tercih edilen gemi inşa stratejisi hızdan kısmen taviz verip güçlü toplar ve daha sağlam gemilere ağırlık verirken Osmanlı tipi kadırgalar tam aksine daha hafif ve az sayıda top buna rağmen çok atik ve hızlı gemilerdi. Bu Türk gemileri hışımla haçlı donanmasının arasına dalıp ortalığı birbirine katmıştı. Top atışlarıyla gemileri kıymık kıymık parçalamaya başlamış, deryayı dolu dizgin kan rengine boyamaya koyulmuşlardı.

Haçlı denizcileri için ise tam bir kıyamet yaşanıyordu. Savaşın başında Türk gemileri kalyonları etkisiz hale getirdiğinde bir tek isabet bile almamışken şimdi de haçlı gemilerinin arasında fink atıyor buna rağmen hiçbir karşılık verilememişti. Haçlı filosunun kaçışına mani olmak amacıyla Barbaros son kartını da öne sürmüştü. İhtiyat kuvveti olarak en gerilerde bekleyen Turgut Reis’e talimat vermiş ve sahaya sürmüştü. Turgut Reis en gerilerden hızla gelerek haçlı gemilerini sağ ve sol taraftan sarmış, arkalarına da sarkmaya başlamıştı. Haçlı gemileri dört bir taraftan ateş altında kalmıştı. Türk toplarının güçlü atışlarıyla haçlı denizci ve şövalyelerinin bulundukları gemiler bir bir suya gömülüyor, şövalyeler ağır zırhlarıyla suların derinliklerine sürükleniyordu. Haçlılar için dehşet bir manzara vardı. Türkler, haçlı donanmasını ezip geçiyordu.

(Rampa Eden Kadırga)

Bu durum da kalan gemilerin yapabileceği tek iş kaçmaktı. Hava kararmaya başlamıştı, bu onlar için çok iyiydi. Tanrı, onların tarafında geçmişti (!) Bunun yanında durgunlaşan rüzgar tekrar harelenmiş ve bora rüzgarı başlamıştı. Bu rüzgar tam da haçlı donanmasına kaçma fırsatı vermişti.

Sabahtan akşama değin süregelen savaşta son safhaya gelinmişti. Gece karanlığı çökmüş, rüzgar baş göstermişti. Haçlı gemileri şereflerini iki paralık ederek gemilerinin kıçında kaptan köşkünün üstündeki fenerlerini söndürmüşlerdi. Bu, denizcilikte onursuzluk, cesaretsizlikti. Gemilere bunu yaptıran elbette Andrea Doria’dan başkası değildi. Gemiler karanlıkta ışıklarını söndürüp rüzgarın da gücüyle batı Akdeniz’e doğru kaçmaya başlamıştı. Aynı zamanda rüzgar kuvvetlenmiş ve fırtınaya göz kırpmaya başlamıştı. Bu sebeple Türk donanma amirali Barbaros Hayreddin de haçlı donanmasını takip etmeme kararı almıştı.

Bu kararın altında aslında zeki bir denizcilik de vardı. Amiral Andrea Doria’nın açık denize yönelmesinin ince bir sırrı var. Türk gemileri çok atikti ve kürekleri sayesinde kıyı şeridinde, sığ sularda çok hızlı hareket edebiliyorlardı, ancak açık denizde işler değişirdi.Osmanlı donanmasını peşine takıp açık denizde pusuya düşürmek istemişti. Fakat deniz kurdu Barbaros Hayreddin bu yemi yutmamıştı. Donanmasını fırtına öncesinde açık denize sürükleyip dezavantajlı pozisyona sokmamıştı. En nihayetinde en önde poziyon alan Venedik kalyonları Andrea Doria’nın onları desteklemeyip kaçmasıyla henüz kaçışa iştirak edemeden Osmanlı’ya yem olmuştu. Yahut yem olarak bırakılmışlardı. İspanyollar filolarının önemli kısmını kurtarmıştı. Fakat hedefledikleri Akdeniz hakimiyeti Venedik filolarının yok olması ve büyük bir zafer kazanmalarıyla Osmanlıların olmuştu.

Bundan böyle Akdeniz Türk gölüdür…

O savaştan sonra Akdeniz’de kısmen çekingen davranan Türk ve korsan filoları daha da cesaretlenmiş ve Akdeniz’in dört bir yanında cirit atmaya, istedikleri her sahili taciz etmeye ve küffar denizcilerine nefes aldırmamaya başlamışlardı. Öyle ki İspanyol kaynaklarına şöyle bir ifade işlemişti.

“Cebel-i Tarık boğazından Messina’ya kadar kimse huzur içinde yemeğini yiyemez veya güvenlik var anlayışıyla uyuyamaz

Koskoca, muazzam, deryada o zamana dek görülmemiş büyüklükte haçlı armadası arkasına bakmadan, şeref nedir bilmeden kaçmaya koyulmuş, her geçen an ufukta daha kayboluvermişlerdi. Andrea Doria ve Papalık donanması söndürülmüş, bertaraf edilmişti…

Dehşet bir savaş olmuştu. İnsanlar ölmüş, koca koca gemiler batırılmıştı. Bu devasa savaşın başından sonuna  kadar; haçlı kalyonlarının taarruzundan Osmanlı gemilerinin top ateşine, Türk kadırgalarının taarruzundan haçlı filolarının kaçışına kadar Türk tarafında sadece bir kadırga batırılmıştı. Dev haçlı filosunun muazzam gemilerinde bulunan 2600 kadar top ile sadece bir Türk gemisi yok edilebilmişti. Üzücü tarafı odur ki bu kadırga ile beraber 800 levent gazi olmuş, 400 levent ise şehadet şerbetini Akdeniz’in serin sularında ve gece karanlığında içmişti.

Karşı tarafta ise haçlı donanmasında kayıp dehşete düşecek, geri dönüp haberi tebliğ ettiklerinde Avrupa’da korku üstüne korku salacak kadar büyüktü. Savaşın sonunda 10 gemi batırılmış, 3 gemi yakılarak yok edilmiş, kaçış anında geride kalan çektirilerin çoğunluğunu oluşturduğu 36 gemi ele geçirilmiş 3000 haçlı denizci-şövalyesi esir edilmiş ve binlerce haçlı denizci-şövalyesi de öldürülmüştü. En büyük kaybı yaşayan devlet Venedik olmuştu. Donanmasından kayda değer kayıp vermiş üstüne üstlük barış anlaşması sırasında savaştan hemen önce fethedilen adaları bırakmak ve 300 bin altın tazminat ödemek zorunda kalmıştı.

Yukarıdaki görsel Ohannes Umed Beyzad’a ait Preveze tablosudur. Kırmızı mintanlı Barbaros Hayreddin, karşısındaki Andrea Doria. Belirtmek gerekir ki yukarıda verilen görsel tarihi değer taşışasa da Barbaros Hayreddin ve Andrea Doria savaşta hiç karşılaşmamışlardı. Andrea Doria Venedik kalyonlarının önde yem etmişken hiç savaşın ortasına kadar ilerlememişti.

Preveze savaşı bitmişti…

Savaşın hemen ardından Barbaros Hayreddin Paşa oğlu Hasan Ağa’yı Kanuni Sultan Süleyman’a zafer müjdesini vermek amacıyla göndermişti. Hasan Ağa Kanuni Sultan Süleyman’a vardığı sırada Kanuni de Boğdan seferinden başarıyla dönmekteydi. Preveze zaferiyle eş zamanlı olarak Boğdan da fethedilmiş, Osmanlı hem karada hem denizde gücünü göstermişti. Osmanlı, altın çağını yaşıyordu. Önce doğuda Safeviler ardından batıda haçlılar ve sonra da Akdeniz’de tarihin en büyük donanması alt edilmişti.

Preveze’yi ve Barbaros’u iliklerimize kadar hissettiğmizde alttaki panelde verilen bağlantıdan Mehteran- Barbaros marşını dinlemenizi öneririm.

Kıymetli Turkish Defence Agency ve Donanmalar Çarpışıyor okuyucuları, serinin 3. yazısının da sonuna geldik. Yazıyı sabırla okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Görüş, eleştiri ve önerilerinizi muhakkak belirmenizi rica ediyorum. Bir sonraki yazıda büyük, çok büyük bir diğer savaşı, Cerbe’yi ele alacağız. 4. Yazıda görüşene dek kendinize iyi davranın…

Yazar: Tarık KÜÇÜK

Bu Yazıyı Paylaş
Sınıf öğretmeni olarak nice minik kalbe Türk milliyetçiliğini ve vatanseverliğini işleme, bunun yanında bilim-teknoloji iştahı kazandırma çabasındayım. Hem Tarih hem teknolojiye meraklıyım. Bilhassa Askeri teknoloji ve Savunma sanayi üzerine organizasyonlara katılıp firmalar ile çalışmalar yürüterek Türk Savunma Sanayi çorbasına az da olsa tuz katma gayesi içindeyim.
Yorum yap

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Exit mobile version