Donanmalar Çarpışıyor 1: Deryada Hilal Taktiği/Koyun Adaları Savaşı!

22 Dk. Okuma Süresi
Görsel Doğan Mert DEMİR’in Salahaddin’in gemileri kitabına aittir. Yazıya Temsilen seçilmiştir.

Değerli okuyucu, Donanmalar Çarpışıyor serisine hoş geldiniz. Bu uzun soluklu yazı dizisinin konusu Türk denizciliğinin köşe taşlarının önemli bölümünü oluşturan savaşlar olacaktır. Bu bölümde Türk denizcilik tarihini başlatan ilk türk Amirali Çaka Bey’i, Çaka Bey tarafından yapılan Koyun Adaları Savaşını işleyeceğiz. Bu savaş, tarihimizde apayrı bir yere sahiptir.

Seriyi kronolojik olarak okumanızda fayda görüyorum, diğer yazılara erişim için;

  1. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 1:  Deryada Hilal Taktiği/ Koyun Adaları Savaşı!
  2. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 2: Gölgede Kalmış Müthiş Zafer, Sapienza!
  3. Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 3: Barbaros Preveze’de Haçlı Avında!
  4. Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 4: Türklerin Akdeniz’de Son Zaferi, Cerbe!
  5. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 5: İnebahtı Faciasının Görünmeyen Yüzü
  6. Yazı –>Donanmalar Çarpışıyor 6: Yarı Ölü Mezamorta Paşa’nın 8 Zaferi!
  7. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 7: Osmanlı Donanması Çeşme’de Yok Oluyor!
  8. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 8: Osmanlı Donanması İntikam Arıyor!
  9. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 9: Türk Donanması Navarin’de Katlediliyor!
  10. Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 10: Mahmudiye Efsanesi Doğuyor!
  11. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 11: Sinop Baskını ve Rus Kalleşliği!
  12. Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 12: Abdülaziz’in Donanma Enkazı!
  13. Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 13: Gemileri Çürütmek yahut Yeniden Var Etmek!

Halatlar funda! Vira Bismillah…
Tarihler 26 Ağustos 1071’i göstermekteydi. Büyük Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Alp Arslan Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarına doğru ilerlemekteydi. 40 bin asker büyüklüğündeki muazzam ordusuyla karşısına çıkanı önüne katan Alp Arslan, bugün Erzurum ili sınırları içinde kalan Malazgirt ovasına geldiğinde ordugahını kurmuş, ordusunu savaş pozisyonuna sokmuştu. Karşısında neredeyse kendi ordusunun iki katı büyüklüğünde Bizans ordusu duruyordu. Yaman Türk komutanları ve cevval türk ordusu Doğu Roma yani Bizans ordusuna karşı harekete geçmişti. Devasa bir savaş meydana gelmiş ve binlerce insan yeryüzünden silinmişti. Tarih öyle bir kırılma noktasına şahit olmuştu ki ya Türk’ler kudretli Bizans’ı yenip Anadolu’ya girecek, torunları Avrupa’ya kadar at koşturacak ya acem diyarından beriye geçemeyip mevcut topraklarında kalacaklardı. Türk’ler tarihin belini bükmüştü. Nihayet Anadolu’ya, medeniyetin beşiğine ve bereket fışkıran topraklara ayak basmışlardı. Alp Arslan’ın kafasında bir düşünce de yok değildi. Evet Bizans bu savaşta mağlup olmuş ve müdafaa gücünü yitirmişti ancak Anadolu’nun fethinin hızlandırılması da gerekiyordu. Emrinde çok büyük komutanlar vardı.Artuk Bey, Afşin Bey, Süleyman Şah ve daha niceleri…

Bu komutanlara verdiği buyruk ile onlara Anadolu’da serbest fetih izni çıkartmış, kılıç hakkı olarak fethettikleri yerlerde de kendi beyliklerini kurma salahiyeti göstererek onları fethe iştahlandırmıştı. Bu saatten sonra Türk’leri durduracak, onları dizginleyecek hiçbir şey yoktu.

Anadolu’da Türk beyleri fink atıyor, fetihten fetihe koşuyor, bölge halkını da refaha eriştirerek fethi sağlam ayaklar üzerine oturtuyorlardı. Bu fetihleri yapan komutanlardan biri olan Turasan Bey, Danişment Beyliğinin kurucusu olan Danişment Gazi emrinde Ege bölgesi olarak isimlendirdiğimiz coğrafyada seferler yapıyordu. 1078 yılında bu seferlerden birinde muharebe çok çetin geçmişti. Karşısında Bizans komutanlarının ismi pek duyulmuşlarından olan Kabalika Aleksander vardı. Bu savaşta Aleksander birçok Türk esir etmişti. Bu esirler arasında yiğitliği, civanlığı ile göze çarpan bir delikanlı vardı. Aklı, gururu ve cesaretiyle Aleksander’in nazarını celp eden bu delikanlı Çaka Bey’den başkası değildi. Aleksander de farkına varmış olacak ki bu yiğit beyi hem zafer göstergesi olarak hem de Konstantinapol’de faydası olabileceği düşüncesiyle İmparator Kastomeneali Nikeforos’a göndermişti. Çaka, kısa bir deniz yolculuğunun ardından Constantinapol’e gönderilmiş ve imparator Nikeforos’un huzuruna çıkartılmıştı. Ne var ki komutan Aleksander haksız değildi, İmparator da Aleksander gibi bu delikanlıda farklı bir şeyler görmüş ve onu yanına almıştı. Soylu ünvanı alan Çaka, saray yıllarında kendisini epey geliştirmişti. Grekçe, Latince gibi Roma dillerini öğrenmiş, ileri derece dil bilgisi ile Roma asıllı tarihçilerin eserlerini orijinal yazımlarından okur hale gelmişti. Bunun yanında aynı Osmanlı’nın esir çocukların bazılarını Enderun denen mekteplerde yetiştirmesi gibi Doğu Roma sarayında eğitilmişti. Bizans’ın siyaset bilimini, politika ve teknolojik birikimini öğrenmiş, kendisini bu yönde geliştirmişti. Doğu Roma siyaset, politika, edebiyat vb alanlarda gelişmiş bir imparatorluk olduğu kadar yaşamını kısmen deniz ulaşımına bağlı bir ülke olarak denizcilik ve gemicilikte de ilerlemişti. İleri yıllarda Çaka’nın kaderini yazacak, Çaka’yı Çaka Bey yapacak yegane durum da bu olmuştu. Çaka denizciliğe ilgi duymuş, gemi inşa faaliyetlerini tersaneleri ziyaret edip inşaatları gözlemleyerek bu ilme vakıf olmuştu. Derya, Çaka’yı gözüne kestirmişti.


Aradan kısa bir süre getmişti. Takvimler 1081 yılını göstermekteydi. Bu yıl içinde yaşlı imparator 3. Nikiforos taht mücadelesi ile başbaşaydı. Çok çabalamasına ve hatta kendisini tahttan indirmek için uğraşan İoannis Dukas’ın komplosuna karşın Selçuklulardan destek istese de aradığını bulamamış ve ölmemek için 1. Aleksios lehine tahttan çekilmişti. Tahtın yeni sahibi 1. Aleksios Komninos imparator olmuştu ve Çaka’dan pek de haz etmiyordu. Çaka’nın sarayda sahip olduğu bütün imkanları elinden almıştı. Öyle ki Çaka artık sarayda gözetim altındaydı. Ardındansa Çaka saraydan uzaklaştırılmıştı. Çaka’yı zor günler bekliyordu.

Çaka, saraydan atılmanın da etkisiyle taht mücadelesinin karmaşasına giren Constantinapol’den kaçmıştı. Anadolu’ya ilerleyen Çaka’nın menzilinde elbette esir düştüğü bugünün Ege bölgesine ait topraklar vardı. Çaka, bölgeye geldiğinde hem zamanıyla bağlı bulunduğu Turasan Bey dönemindeki nüfuzuyla hem kendini geliştirmiş vasıflı bir oğuz komutanı olmasıyla kendisine yandaş toplamaya koyulmuştu. Aynı dönemde ise Çaka’nın ağzını sulandıran bir durum vaki idi. Zaten taht mücadelesiyle zayıflamış olan Doğu Roma imparatorluğu aynı zamanda Trakya bölgesinin kuzeyinde bulunan Peçenek Türkleriyle de savaşa tutuşmuştu. Peçenekler yaman ordularıyla Bizans’ı oldukça zorluyordu. Bunu fırsat bilen Çaka da hiç vakit kaybetmemişti. Türk boylarından topladığı 8 bin civarı alp ile Bizans hakimiyetinde bulunan Smirni yani İzmir’e yürümüştü. Zaten kuzeyde meşgul olan Bizans bu bölgeyi savunamamıştı ve Çaka Bey bölgeyi kolayca hakimiyet altına almıştı. İzmir, artık Türk yurdu idi.
O dönem anadoluda birçok beylik kurulurken beylikler azar azar genişlemeye ve gelişmeye başlamıştı. Diğer beyliklerin aksine Çaka Beyliği çok yüksek bir ivmeyle gelişmişti. Bunda hem bölge halkının Çaka Bey’i çabuk kabullenmesi, hem Çaka Bey’in donanımı hem de denizcilik faaliyetlerinin etkisi vardı.
Çaka Bey, bölgede hakimiyeti kurduktan sonra derhal faaliyetlere başlamıştı. Sarayda edindiği gemicilik birikimiyle Efes’te bir tersane kurmuştu. Rum denizci ustalardan da epey faydalanan Çaka Bey çok kısa sürede donanmasını kurmuştu. Bizans’ta gördüğü dromon ismi verilen bilinen kadırgalardan daha küçük ve basit gemilere benzer çektirileri kızağa çekmişti.

(DROMON)

Denize indirdiği 40 gemiden oluşan donanmasıyla Akdeniz’e açılmış ve 1081- 1090 yılları arasında Kilizman (Urla), Foça, Sisam ve Sakız’ı zapt etmeyi başarmıştı. Sakız adasını fethederek kendi sınırlarının güvenliğini sağlayan Çaka Bey akabinde Sakız adasının kuzeyindeki Midilli adasını da gözüne kestirmişti. 1089 yılında donanmasıyla Midilli adasında bulunan kalenin açıklarına gelmiş ve gemilerini savaş düzeninde sıralamıştı. Çaka Bey’in namından haberdar olan ve donanma gücünü kalesinin önünde gören ada valisi ricat ederek adayı terk etmiş, kaçmıştı. Çaka Bey, askerleriyle karaya çıkarak bu adanın hükmünü de ele almış, sancağını adada dalgalandırmıştı. Gelin görün ki bu fethin sonuçları öncekilerden farklı olmuştu. Kuzeyde Peçeneklerle mücadele edip mağlup olan Bizans imparatoru 1. Aleksios Roma donanmasından ayrılan bir filoyu Niketa Kastamonita kumandasına Akdeniz’e, Çaka Bey’in üzerine göndermişti. Amiralin yegane görevi büyük Bizans imparatorluğu sınırları içindeki otorite tanımaz isyancı girişimlerden biri olan Çaka’yı ortadan kaldırmaktı. Bu gaye ile Çanakkale boğazından adalar denizine açılmıştı.

Niketa Kastamonita emrindeki Doğu Roma filosunda 30 Dromon mevcut idi. Dromon gemileri 5 ile 12. Yüzyıl arasında Bizans donanmasının bel kemiğini oluşturan gemilerdi. Takriben 30 metre boyunda olan bu gemiler Kadırga gemilerinin ön versiyonu gibiydi. Bu gemiler de aynı kadırgalar gibi yelkenliydi. Pruva, grandi ve mizana olmak üzere genelde 3 direkli olan gemiler ayrıca rüzgar gücünün yetersiz kaldığı durumlar için küreklere de sahipti. Sancak ve iskele bordalarında 25’er kürek olmak üzere toplam 50 kürek ve 120 kürekçi forsaya sahipti. Bu gemiler kadırgalar gibi top taşımazdı. Savaş stratejisine göre filodaki gemiler birbirine rampa edilerek kilitlenir ve ok-mancınık yağmuruyla düşmana karşı topyekun saldırılırdı. Yağlı paçavralarla tutuşturulan oklar düşman gemilerine fırlatılarak yelken gibi kolay yanan parçalar ateşe verilerek tahrip edilmeye çalışılırdı. Bunun yanında mancınıklarla da taş ve kaya savrulur, kor halinde kireç ve içi kötü kokan maddelerle dolu sandıklar atılırdı.
Bunun yanında Bizans dromonlarında döneminin ilerisinde bir silah da mevcut idi. Gemilerin pruva yani ön kısmında “syphon” adı verilen bir mekanizma vardı. Bu mekanizmada koruk kullanılır ve düşman gemisine sıvı ateş püskürtülürdü. Daha sonraları Grejuva yani rum ateşi olarak duyacağımız bu silaha İstanbul’un fethinde Türk gemileri de maruz kalmıştı.

(Syphon)


Çok hız yapamayan ve ikmal süresi kısa olan gemilere sahip Bizans donanması bu açığı desteklemek için kıyıya yakın kalmayı tercih etmişti. 19 Mayıs 1090 günü filolar savaşın arefesindeydi.
19 Mayıs gününün ilk ışıkları henüz doğmaktaydı. Bizans donanması Sakız adasının doğusundaki koyun adacıkları mevkine gelmişti ki güneşin taze ışıkları ufukta Türk donanmasını gizliyordu. Çaka Bey bu anda harikulade uyanık davranmıştı ve Bizans donanmasına doğu yönünden yaklaşmıştı. Bu sayede Bizans donanmasındaki gözcüler uzun süre Türk donanmasını tespit edememişlerdi. Bu aydınlık perde altında Bizans donanmasına yaklaşan Çaka Bey öğle vakitlerine gelindiğinde taarruza geçmişti. Nikeforos’un donanmasını görür görmez dümen kırmış ve düşman gemilerinin üzerine hızla ilerlemişti. Çaka Bey’in filosu 17 yelkenli ve 33 çektiriden oluşuyordu. Gemilerini Türk milletinin Asya bozkırlarından fars topraklarına, Hazar’dan Anadolu’ya birçok diyarda uygulanan askeri dizilim stratejisi olan hilal taktiğine göre sıralamıştı. Yelkenli gemiler dizilimin merkezini oluşturmuş, daha atik olan çektirileri ise kanatlara konumlandırmıştı. Bu halde düşman filosuna doğru iştahla ilerlemekte olan Türk filosu Bizans filosu tarafından tespit edildiğineyse Başta filo amirali Nikeforos olmak üzere tüm Doğu Romalılar şok olmuştu. Deryalarda böyle bir dizilim, strateji ilk kez görülüyordu. Bizans filosunun amirali Nikeforos nasıl tepki vermesi gerektiğini bilememişti. Filosunu nasıl bir pozisyona sokmalıydı?

(ÇEKTİRİ)


Bizans filosunda karmaşa yaşanırken Çaka Bey’in filosu kendinden emin halde Bizans gemilerini kurt kapanına almıştı bile. Türk gemilerinin bir bölümü Bizans gemilerine borda bordaya yanaşmıştı. Türk gemilerinden Roma gemilerine atılan kancalarla gemiler aborda edilip ardından rampa edilmişti. (Rampa etmek: Gemilerin yanyana gelip birbirlerine kilitlenmesidir.) Kilitlenen gemilerdeki leventler Roma gemilerine geçerek yalın kılıç cenk etmeye başlamıştı. Gemilerin kalanı ise kollara açılmış ve Roma filosunu yan ve arkadan sarmıştı. Bu manevralar olurken Çaka Bey’in muharebe saatini öğlen güneşine denk getirmesinin de sırrı hasıl olmuştu. Tepeden vuran güneş ve ortalığı saran toz bulutu ile birlikte hareketsiz kalan Roma gemilerindeki askerler görüş kabiliyetini yitirmişti. Manevralarla sürekli yer değiştiren Türk gemilerinde ise durum tam aksiydi. Böylelikle iki avantaj elde etmişlerdi. Hem düşman gemilerini istedikleri cihetten ok ve ateş yağmuruna tutabilmiş hem de Roma gemilerinin pruva yani en ön bölümünde konumlandırılmış alev püskürten silahtan güvende olmuşlardı. Roma gemileri birer birer ateşe verilirken aynı zamanda rampa edilen gemilerde kıyım gerçekleştiriliyordu.

Buna mukabil Roma gemilerinin pruva ve grandi direklerindeki çanaklıklara çıkarak Türk askerlerinin üzerine ateş ve taş fıraltan roma denizcileri de iki tarafın askerlerinin birbirine karışmasıyla birlikte işlevsiz hale gelmişlerdi. Türk leventleri enli meşhur denizci palalarını savurara savura roma askerlerini perişan ediyordu. Savaş bu hal içerisinde akşama kadar sürmüştü. Aradan saatler geçmiş, deniz kırmızıya bürünmüş ve su yüzeyinin altı birer birer imha edilen savaş gemileriyle dolmuştu. Roma filosuun sağ kalan gemileri de kaçmaya yeltenince Çaka Bey’in öngörülü planının diğer adımı devreye girmişti. Çaka, bu durumu öngörerek kanatları saran çektirilerin bazılarına güçlü mahmuzlar taktırmıştı. Mahmuz yani su hizasında boynuzlar takılmış çektiriler savaşın son aşamasında kaçmaya çalışan düşman gemilerine hızlarını alarak çarpmaya başlamışlardı. Hem rüzgar hem kürek gücüyle epey hızlanan çektirilerin düşman gemilerine kafalama girmesiyle birlikte Roma gemilerinin kimisi bordasında büyük bir delik oluşmasıyla su alarak batmış kimi de omurgası kırılarak su üstünde darma dağın olmuştu. Roma filosundan kaçabilen belki belki yarım düzine kadar gemi dışında tamamı yok edilmiş yahut ele geçirilerek Türk denicilerin emrine girmişti. Kendinden emin, kolay bir galibiyet için İzmir açıklarına yelken basan amiral Nikeforos mağlup olmuş, Çaka Bey ise namına nam katmıştı. Bu muhteşem bir zafer olmuştu. Yüzlerce yıllık denizcilik geçmişi olan Roma’nın donanması rezil rüsva olmuştu.

(Mahmuz)


Peki bu iş bu kadar kolaylıkla halledilebilmiş miydi? Elbette hayır!
Kaçan teknelerin Konsantinapole’e dönmesiyle akıbet Doğu Roma’nın başkentinde de öğrenilmişti. Aradan takriben bir yıl geçmişti ki İmparator 1. Aleksios derhal bir donanma daha techiz ettirmişti ve ilk filodan fazla olarak 500 kadar şövalye de gemilere bindirilmişti. Filonun başına meşhur amirallerden Konstantin’i geçirtmişti. 2. filo da hiç vakit kaybetmeden Koyun Adalarına doğru yelken basmıştı. Çaka Bey’i ikinci bir imtihan daha beklemekteydi.

Bu savaşta amiral Konstantin düşmanın belirlediği savaş meydanına inmek yerine onu kendi sahasına çekmek istemişti. Direkt olarak Çaka Bey’in üzerine gitmemiş, Türkler tarafından kolayca ele geçirilen Sakız adasına yanaşarak asker çıkartmıştı. Akabinde eski Roma valisinin direnmeden terk ettiği Sakız adası kalesini muhasara altına almıştı. Haberin Çaka Bey’e gitmesiyle birlikte Çaka derhal filosuyla Sakız adasına doğru yola koyulmuştu.
Türklerin Sakız’a doğru geldiğini haber alan Romalı amiral derhal gemilerine çekilerek Türk filosunu karşılamaya gitmişti. Ne var ki bu deniz savaşı bir öncekinin özeti gibi olmuştu. Belli ki yenilen ilk filo ile yeterli istihbarat çalışması ve işbirliği yapılmamıştı. Amiral Konstantin de hilal şeklindeki dizilişi ilk defa görüyordu. O da ne yapacağını bilememişti. Üstüne üstlük Türk gemileri korkusuzca, hevesle üzerlerine tam yol geliyor, gemilerden savaş davulları ve lafzatullah nidalarıyla iştahla bağırıyorlardı. Bu Roma gemilerindeki rumlar için korkutucu olmuştu elbette. Deniz savaşı henüz başlamıştı ki Amiral Konstantin ani bir karar vermişti. Türkler ile denizde savaşmanın mantıksız olacağına kanaat getirip tekrar Sakız adasına çekilmişti. Türkler ile karada karşılaşmak, Roma İmparatorluğunun karada rüştünü ispat etmiş geleneksel taktikleriyle onları alt edeceğini düşünmüştü. Halbuki bu büyük bir hataydı. Denizciliğe henüz adım atmış, deryanın tuzlu suyunu henüz teneffüs etmiş Türk’ler karada bin yıllardır savaşmaktaydı.

(Çaka Bey Baştarda Kamarasında)


Türk ve Roma birlikleri adada karşılıklı olarak pozisyon almışlardı. Bizans birliklerinin merkezinde atlı süvari birlikleri, arkasında ise şövalyeler dizilmişti. Çaka Bey’in ordusunda ise önce okçlu birlikler ve ardında yaya birlikler mevcut idi.

Romalı amiral süvari birliklerini düşmanın üzerine sürmüştü. Planına göre ağır zırhlı roma süvarileri hafif zırhlı ve yaya Türk birliklerini silindir gibi ezip geçecekti. Ne var ki Türkler çok iyi okçuydu. Tarih boyunca okçuluk yetenekleri ve meşhur kompozit Türk yayı ile ünlenmişlerdi. Çaka Bey emrindeki okçuları öne çıkartarak hiç durmaksızın süvarilere, bilhassa atları oklamalarını emretti. Daha Romalı süvariler Türklerin üzerine gelememişti ki hemen hepsi yaya kalmış, ağır zayiat vermişlerdi. Bu safhada Türklerin bir diğer yeteneği de meydana inmişti. Türkler okçu oldukları kadar piyade, piyade oldukları kadar süvariydi de . Kısaca her bir asker çok yönlü bir savaşçıydı. Oklarını kınına koyup kılıçlarını çeken Türk askerleri derhal yaya kalmış ağır zırhlı Roma süvariylerinin üzerine atılmıştı. Roma amirali Konstantin de bu durumu görerek emrindeki 500 şövalyeyi topyekün destek ve taarruza geçirmişti. O andan itibaren ortalık karışmış ve karmaşık bir savaş hali almıştı. Teoride ağır zırhlı Roma askerlerinin Türk birliklerini ezip geçmesi, kolayca alt etmesi gerekiyordu. Zira mesafe denen bir kriter kalmamış, göğüs göğüse savaş başlamıştı. Ne var ki onların ağır zırları ve kılıçları Türklere sökmemişti. Türk leventleri atik hareketlerle Roma askerlerini perişan etmeye başlamıştı. Denizde başlayan kıyım karada devam ediyordu. Türklerin karada denizden daha yaman olduğunu farkeden Konstantin birliklerinin kalanıyla gemilerine binip Konstantinapole’e kaçmıştı. Çaka Bey ve Türk ordusu bir zafer daha kazanmıştı.


Çaka Bey artık daha büyük düşünmeye başlamıştı. Hükmettiği toprakların güvenliğini bu iki galibiyet ile sağlamışken gözünü büyük lokmaya dikmişti. Bu lokma için bugün balkanlar olarak isimlendirdiğimiz bölgede hüküm süren Peçenek Türkleri ile anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmaya göre Peçenekler doğu trakya üzerinden ilerleyerek Doğu Roma’yı kuşatacak, Çaka Bey’de karadeniz ticaretinin şah damarı olan Çanakkale Boğazını ele geçirerek Doğu Romayı hem ablukaya alacak hem de Konstantinapole’ü denizden kuşatacaktı.

Evet, tarih belki de Konstantinapole’ün fethini 1453’te Fatih Sultan Mehmet Han’a değil çok uzun yıllar öncesinde Çaka Bey’e yazacaktı. Harekete de geçilmişti. Peçenek Türkleri Bizans’ı batı kıyılarından zorlamaya hatta kök söktürmeye başlamıştı. Çaka Bey ise Marmara denizine açılmış, bugün Kartal ilçesi açıklarındaki Aydos’a demilremişti. Bu bölgede biraz dinlenmek istemiş lakin Doğu Roma donanması başında bitmişti. Gece karanlığı çöktüğünden iki taraf da sabahı beklemeye koyulmuştu. Tam da o gece karanlığını fırsat bilen Çaka, çok iyi yüzen bir grup denizcisini ellerinde çıra, meşale ve çelik kakmalar ile suya indirmiş ve karanlıkta zor seçilen Roma gemilerinin üzerine salmıştı. Bu denizciler sessiz sedasız Roma gemilerinine yanaşmış, her gemiye en az 5 delik açmış ve yelkenlkerini de tutuşturmuştu. Denizciler bu zor görevi icra ederken Çaka kıç kasarasından ayrılmayıp göremese de haber beklemişti. En nihayetinde denizciler sağa salim dönmüştü. Sonuç ise gün ışıdığında belli olmuştu. Çaka’nın donanmasından 2 kat büyük Roma filosundan sadece 10 gemi sağ kalıp kaçabilmiş, gerisi koca bir enkaza dönmüştü.


Sahada Türk birlikleri her seferinde düşmanını mağlup ederken olan olmuştu. Roma her zaman ki taktiğini uygulamıştı. Sahtekarlık! Türkler çok üzücüdür ki yine masada kaybetmişti. Bizans İmparatoru önce Çaka’nın müttefiki Peçenekleri alt etmek için Kırım’ın kuzeyinde yaşayan Kıpçak Türklerini kullanmış ve Peçenekleri tarihten sildirecek büyük bir katliamı başlatmıştı. Diğer tarafta ise İzmir’den başlayarak Çanakkale’ye ve hatta Marmara’ya kadar hükmetmeye başlayan, at oynatmaya başlayan Çaka’yı devre dışı bırakmıştı. Hem de tam olarak damadı Kılıç Arslan ile!

Evet, Çaka Bey’in büyüyerek Selçuklular için de problem olacağı gibi iddialarla Anadolu Selçuklu hükümdarı Kılıç Arslanı kışkırtan Bizans İmparatoru başarmıştı. Aydos galibiyetinin akabinde Çaka Bey o bölgeye hakim olan Anadolu Selçuklularıyla müzakere için hükümdar Kılıç Arlsan’a bir ziyafet vermişti. Bu ziyafet sırasında Kılıç Arlsan’ın otağına davet edilmiş ve ziyaret sırasında Selçuklu hükümdarı, damadı Kılıç Arslan tarafından üstüne taarruz edilip kılıçlanarak öldürülmüştü. (Çaka Bey’in ölümü konusunda tarih ve olaylarla ilgili ihtilaf vardır. Ancak Kılıç Arslan tarafından Bizans kışkırmasıyla öldürüldüğü bilinmektedir.)
Çaka Bey’in öldürülmesinin ardından Doğu Roma İmparatorluğu aynı anda 3 tehditten kurtulmuştu. Hem Peçenekler ortadan kalkmış, hem Çaka Bey ortadan kalkmış hem de Anadolu Selçuklu sorunu biraz daha sükunet bulmuştu.


Çaka Bey’in öldürülmesinden sonra Doğu Roma savaşarak, mertçe alamadığı İzmir’i, Sakız adasını, Çanakkale’yi, Edremit’i, Midilli adasını ve Sisam adasını fitneyle tekrar ele geçirmiş oldu. Çaka Bey’in bütün emeği yok oldu. Fethettiği, İslam’ın nuru ve Türk’ün kılıcıyla huzur bulan pek kıymetli bu coğrafya kaybedildi. Çaka’nın kurduğu tersane Bizans eline geçti.Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığının kuruluş yılı olarak aldığı ilk Türk denizciliğini başlatan Çaka Beyliği yok oldu. Türk denizcilliği ortadan kalktı, İstanbul’un fethi belki de 350 yıl kadar ertelenmiş oldu.

Donanmalar Çarpışıyor serisinin bu yazısının sonuna geldik. Tarih ne büyük gururdur ki muhteşem zaferlerle ve ne büyük hüzündür ki haksız ölümlerle doludur. Yazıyla ilgili yorum, düşünce ve eleştirileriniz son derece önemlidir, muhakkak belirtiniz. Serinin bir sonraki bölümünde başka bir deniz savaşında birlikte olacağız. Bir daha ki yazıda görüşene kadar kendinize iyi davranın.

Yazar: Tarık KÜÇÜK

Bu Yazıyı Paylaş
Sınıf öğretmeni olarak nice minik kalbe Türk milliyetçiliğini ve vatanseverliğini işleme, bunun yanında bilim-teknoloji iştahı kazandırma çabasındayım. Hem Tarih hem teknolojiye meraklıyım. Bilhassa Askeri teknoloji ve Savunma sanayi üzerine organizasyonlara katılıp firmalar ile çalışmalar yürüterek Türk Savunma Sanayi çorbasına az da olsa tuz katma gayesi içindeyim.
Yorum yap

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Exit mobile version