Kıymetli Turkısh Defence Agency ve Donanmalar Çarpışıyor okuyucuları, bu yazıda işleyeceğimiz konu Avrupa uluslarının tekrar tekrar bir araya gelerek el birliğiyle Türklere, Osmanlı’ya karşı giriştiği mücadelelerin bir diğeri, Akdeniz’de Türk hakimiyetini baltalayan hatta Akdeniz’i Türklerden çalan o kara savaş olacaktır. İnebahtı, uluslararası tarihte bilinen adıyla Lepanto!
Seriyi kronolojik olarak okumanızda fayda görüyorum, diğer yazılara erişim için;
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 1: Deryada Hilal Taktiği/ Koyun Adaları Savaşı!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 2: Gölgede Kalmış Müthiş Zafer, Sapienza!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 3: Barbaros Preveze’de Haçlı Avında!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 4: Türklerin Akdeniz’de Son Zaferi, Cerbe!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 5: İnebahtı Faciasının Görünmeyen Yüzü
- Yazı –>Donanmalar Çarpışıyor 6: Yarı Ölü Mezamorta Paşa’nın 8 Zaferi!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 7: Osmanlı Donanması Çeşme’de Yok Oluyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 8: Osmanlı Donanması İntikam Arıyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 9: Türk Donanması Navarin’de Katlediliyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 10: Mahmudiye Efsanesi Doğuyor!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 11: Sinop Baskını ve Rus Kalleşliği!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 12: Abdülaziz’in Donanma Enkazı!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 13: Gemileri Çürütmek yahut Yeniden Var Etmek!
Hazırsanız; forsaların sırtında kırbaçlar şaklasın, yelkenler rüzgarla dolsun, vira bismillah!
Akdeniz, esasen coğrafi keşiflerle birlikte okyanus aşırı kıtalar ülkelerin arka bahçesi olana değin en önemli su yolu olmuştu. Ülkeler, askeri emellerine ulaşmak için joker kartı misali kullandıkları donanmalarını bu yolda yürütmüştü. Ticari filolarıyla ulaşması güç bölgelerden hammadde ve birçok farklı zenginliği kendi ülkelerine taşımışlardı. Hal böyle olunca da istisnasız her otorite bu kıymetli su yolunu hakimiyet altına alma çabasına girmişti. Osmanlı imparatorluğu da bu çaba içindeki otoritelerden biriydi ve elbette bu çaba muazzam bir mücadeleyi de peşinden getirmişti.
Birçok küçük ve büyük çaplı deniz muharebesinden sonra Osmanlı imparatorluğu Sapienza, Preveze ve Cerbe savaşlarıyla Akdeniz’de mutlak bir hakimiyet kurmuştu. Bu, çok ender bir durumdu zira bunu başarabilen otorite sayısı oldukça azdı.

(Kıbrıs)
Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz’de mutlak hakimiyet sağlamış da olsa bu hakimiyet denizlerde söndürülmemiş gemi kalmadığı anlamına gelmiyordu elbette. Bilhassa bazı stratejik noktalar bu hakimiyeti epey baltalıyordu. Bu stratejik noktalara birçok örnek verilebilir fakat biri var ki bunların belki de tamamına bedeldi. Kıbrıs!
Kıbrıs Venedik hakimiyetinde idi. Bu Osmanlı için ciddi bir sorun teşkil ediyordu. Venedikliler hem Mısır ile Anadolu arasında gidip gelen ticaret filolarını hem de Hicaz’a giden hac kafilelerini taciz edip maddi zarar veriyordu. Osmanlı’nın Kıbrıs’ı fetih girişiminin temelinde yatan sebep de buydu.
Kıbrıs Fethediliyor!
Osmanlı sadrazamı ve o dönem Osmanlı’nın beyni olan Sokullu Mehmed Paşa’nın talimatı ve girişimleriyle Osmanlı ordusu ve Osmanlı donanması hazırlanmış, 350-400 parça gemi ve 60-100 bin asker ile sefere çıkmıştı. Kıbrıs adasındaki müstahkem Venedik kaleleri güçlendirilmiş, mühimmat, erzak ve askerle doldurulmuş dahi olsa Osmanlı ordusunun ve donanmasının muazzam mevcudu karşısında beklenildiği kadar karşılık veremeden kaybetmeye başlamıştı. Osmanlılar adaya kolayca çıkmış ve adayı parça parça ele geçirmeye başlamışlardı. Gazimağusa’da ciddi bir direniş gören Osmanlıları durdurmak için haçlı donanması harekete geçmişti fakat destek güç gelemeden ada fethedilmişti ve donanma geri dönmüştü. Osmanlı Akdeniz’in kilitlerinden Kıbrıs’ı fethetmişti. Bu fetih, 50 bin kadar ciddi sayıda askerin şehadeti ile ödenmişti. Bu yazının ana konusu Kıbrıs’ın fethi olmadığından birkaç paragrafla anlattığımız bu hadise aslında dehşet verici bir olaydı. Beklenmemişti, öngörülememişti ve en önemlisi hazmedilememişti.
Evet, tam olarak hazmedilememişti. Kıbrıs’ın düştüğünün haberi Avrupa kıtasına yayıldığında bilhassa Akdeniz devletleri kahrolmuştu. Haber bomba gibi düşmüş ve bu büyük şok Avrupalı devletleri dehşet içinde öfkelerini kusmaya itmişti.

(Kilisede İnebahtı Tablosu)
Dönemin Avrupasında siyasi durumu incelediğimizde Osmanlı fazlasıyla avantajlı bir konumdaydı. Kıbrıs’ın fethinden sonra kendisine müttefik arayan Venedik avcunu yalayacak gibi görünüyordu. Fransa Kanuni Sultan Süleyman’dan bu yana Osmanlı ile müttefikti. Aynı Osmanlı Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ile de yakın zamanda barış antlaşması imzalamıştı ve Roma-Germen İmparatoru bu antlaşmayı bozan taraf olmamayı yeğlerdi. Lehistan’a gelince Rus Çarlığı ile meşgullerdi. İspanya İmparatorluğu da Venedik’e Osmanlı’nın Malta kuşatmasında yardıma gelmedikleri için soğuktu. Napoli kralı 2.Felipe de Kuzey Afrika ile uğraşıyordu. Bunca çizgiyle ayrışmış halvete rağmen Papa 5. Pius otoriteler arasında yoğun bir diplomasi koşturmuş ve nüfuzunun da etkisiyle bir kez daha kutsal haçlı ittifakını oluşturabilmişti.15 Mayıs 1571 Osmanlı donanmasının katliam fermanının imzalandığı tarih olmuştu.
Kutsal İttifak Hareketi!
Papa tarafından kutsanarak göreve adanan haçlı donanmasının tepesinde Kral 5. Karl’ın gayrı meşru evladı Hollanda valisi Avurturyalı Don Johann(John) getirilmişti, İspanya filosunu o ve Alvaro De Bazan komuta edecekti. Donanmaya atanan diğer amiraller ise Venedik filosunun liderleri Sebastiano Veniero ve Agostino Barbarigo, Papalık filosunun lideri Marcantonio Colonna, Ceneviz filosunun lideri Cerbe savaşının mağlup amirali Giovanni Andrea Doria idi.

(Lepanto Amiralleri)
Haçlı donanması Venedik’ten 106 kadırga, 6 mavna ve 20 fırkate/perkende; İspanya’dan 90 kadırga-50 fırkate/perkende ve 24 gemi; Papalık’an 12 kadırga ve perkende, büyük çoğunluğu kadırgalardan oluşan 207-208 gemilik bir filoya sahipti. O dönem haçlı devletlerinin denizlerdeki stratejileri üzere gemilerini Türk kadırgalarına göre daha yavaş ancak daha cüsseli, daha kuvvetli ve daha ağır silahlı inşa ettikleri unutulmamalıdır.
Bu 208 gemiye üst düzey 8.160 İspanyol piyadesi, 4.987 Alman piyadesi, 5.208 italyan Şövalyesi ve 1.876 gönüllü askeri olmak üzere hepsi iyi durumda toplam 20 bin civarı savaşçı bindirilmişti. (Bazı kaynaklara göre Venedik 11 bin, Papalık 2 bin askerle ittifaka destek vermiş ve asker sayısı 35 bine yaklaşmıştır) Hristiyanların en çok güvendiği hususlar taze savaşçı ve elit kuvvetler, gelişmiş ve etkili arkebüz silahlarıyla donatılmış birliklerdi. Buna mukabil özellikle gemi sayısı hedeflenenin altındaydı. Aslen 200 kadırga, 100 destek gemisi, 50 bin piyade ve 4500 süvarı toplamayı planlamışlardı. Gemiler ve askerler iyi durumda da olsa Haçlı kuvvetleri de ani sefer kararından ötürü yeteri kadar hazırlık yapamamışlardı.
Osmanlı Savaşa Hazırlanıyor!
Osmanlı cihetinde Kıbrıs seferi tüm hararetiyle devam edip ufukta gür ışıklar sezinlenirken Divan-ı Humayun’da çalkantılı bir tartışma sürmekteydi. Divan, Haçlıların komanditer bir donanma kurmasını istişare ediyordu. Osmanlı’yı felakete götüren adımların başında Divandaki farklı sesler geliyordu. Divanın bir bölümü derhal Donanma-i Hümayunun toplanıp Haçlıların karşısına yekûn halde çıkılmasını savunurken bir kısmı da donanmayı filolara ayırıp düşmanı yıpratarak parçalara ayırarak yok etmeyi savunuyordu. Bu karmaşa devam ederken donanmanın neredeyse tamamının bir araya getirilmesi fikri baskın gelmişti. Fakat donanmanın başına kimin getirileceği hususunda da karmaşa yaşanmıştı.
Öyle ki büyük bir hata yapılmış ve koskoca Osmanlı donanmasının başına kaptan-ı derya olarak Müezzinzade Ali Paşa’yı getirilmişti. Müezzinzade Ali Paşa sicili dolu, başarılı bir paşaydı. Tek sorun baştan aşağıya karacı bir asker olmasıydı. Bazı kaynaklar Osmanlının bu savaşta mağlup olmasına bu durumu ana etken olarak göstermektedir. Bazı kaynaklar ise 200 parçalık bir filoyu komuta etmenin bir gemiyi idare etmekle aynı şey olmadığını ve bu devasa filoyu idare etmek için gerekli donanımın bir denizci aklından ziyade büyük bir ordunun lojistik, strateji ve koordinasyonunu sağlayacak organizasyon becerisi olduğunu savunmaktadır. Aslına bakılırsa hem Osmanlı donanmasında hem haçlı donanmalarında tarih boyunca karacı birçok amiralin üstün başarıları ikinci tezi doğrulamaktadır. En nihayetinde kurmay meclisin başı karacı dahi olsa hem paşa hem reis olarak birçok denizci meclisin bütünlüğünü oluşturan elemanlardır.

(Türk Kadırgası)
Osmanlı donanması alelacele toplanmıştı. Donanmayı bir vezir, dört paşa, 15 beylerbeyi gibi devlet terbiyesiyle büyümüş askerlerden; Uluç Ali Reis, Barbaroszade Hasan (Barbaros Hayreddin Paşa’nın oğludur) ve Mehmed Reisler, Salihpaşazade Mehmet Reis ve Cafer Reis gibi korsanlıktan gelme Türk denizcilerinden oluşturulmuştu.
Türk donanmasında 230’a yakın kadırga mevcut idi. Bu gemilerde 25 bin civarında savaşçı asker bulunuyordu. Bu noktada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de Osmanlı donanmasının Hint deniz seferleri vb. savaşlardan dolayı yorgun ve askerlerin bir bölümümün izinli olmasıydı. Özellikle gemilerdeki savaşçıların ana vurucu gücü olan yeniçeriler fazlasıyla eksikti. Hristiyan kuvvetlerinin neredeyse yarısı kadar topa sahip Türk donanması bunun yanında Hristiyan arkebüz birliklerinin karşısında güvenilir fakat çağa ayak uydurmak noktasında artık zorlanan kompozit germeli yayları ile zorluk yaşayacaktı.
Taraflar ve Amiraller
Güçler ve Kayıplar
200 Kadırga ve küçük gemiler (230) 750 Top 25.000 Asker (2.500 yeniçeri) | 206 Kadırga ve daha küçük gemiler (243) 1200 Top 20.000/35.000 Asker |
190 gemi battı ve ele geçirildi 20.000+ Asker öldü 3.000 Asker esir edildi 15.000 forsa serbest kaldı | 15 Kadırga battı 8.000 asker öldü 21.000 yaralı |
Savaş Arefesi!
Tüm hazırlıklar yapılmıştı. Haçlı donanması sefer için emir bekliyordu. Ancak donanma amiralleri arasında anlaşmazlık hasıl olmuştu. İspanya amirali Don Johann direkt olarak Osmanlı tarafından ele geçirilen Kıbrıs adasına yahut Türk denizcilerinin yegane meskeni Tunus’a gidilmesinden yanaydı. Venedik amirali Veniero ise hiç vakit kaybedilmeden Osmanlı donanmasına saldırılarak Osmanlı’nın deniz gücünün yok edilmesi yönünde görüş bildirmekteydi. Bu münakaşa devam ederken haçlıları bir araya getiren Papa tekrar devreye girerek Papa filo lideri Colonna’nın da yönlendirmesiyle haçlı filosunun Osmanlı donanması üzerine gitmesi gerektiğine karar kılmıştı.
Kararın verilmesinden sonra haçlı donanması 16 Eylül’de yelken şişirerek Adriyatik denizini geçmiş, Korfu adasına ve sonrasında da Korint körfezine doğru ilerlemişlerdi. Haçlı filolarının tamamı Korint Körfezi açıklarındaki adacıklarda pozisyon almışlardı. Bu süreçte amiraller arası çekişme meydana gelmiş ve Venedik amirali Veniero disiplinsizlikten ötürü bir İspanyol şövalyesini idam etmiş ve Amiral Don Johann ile ipleri germişti. Don Johann, derhal savaşmanın tüm sorunların tek çözümü olduğuna kani olmuştu. Akabinde haçlı filosu tekrar hareket ederek 6 ekimde Cephalonia limanına, 7 ekim gününün sabah saatlerinde de Osmanlı gemileriyle karşılaştıkları Patras körfezine geldiler. Hedef Osmanlı deniz gücünün tamamı idi. Bu büyük gayeye rağmen haçlılar Osmanlı donanması karşısında kaygılıydı da. Garcia De Toledo birkaç tarihi destur ile bu kaygıyı özetlemişti.

“Düşman tek bir efendiye, tek bir iradeye, tek bir emre sadakatle bağlıdır”
“Preveze’de bulunmuş olanlar bunun ne kadar önemli olduğunu bilirler.”
“Düşmanın sadece sayısal üstünlüğü değil asker kalitesi de iyidir. İspanyol kadırgaları komutanlarının onlara verdikleri arkebüzleri nasıl ateşleyebileceklerini nadiren bilen yeni askerlerle dolu. Türkler ise bu işi iyi bilirler ve tecrübeli askerler oldukları için silahlarını maharetle kullanırlar.”
Haçlı cephesinde bütün bu hareketlilik sürerken Osmanlı deniz gücü de direkt olarak Padişah 2. Selim’in savaş talimatıyla bölgeye intikal etmekteydi. Osmanlı donanma gücü bir süre Adalar Denizinde (Ege) seyrü sefer halinde bulunup birçok adayı yağmaladıktan sonra Akdeniz’e açılmış ve yine birçok adayı yağmalayarak hem eksiklerini gidermiş hem de kadırgaları yağlayıp top-mühimmat tedarikini gerçekleştirerek savaşa hazırlık durumunu arttırmaya çalışmıştı. Son olarak 22 eylül günü İnebahtı körfezine ulaşan Osmanlı filoları 10 gün kadar bu bölgede bekledikten sonra körfezin karşısındaki Balyabadra’ya geçerek burada demirledi.
Her iki donanma da aynı bölgede karşılaşmaya yaklaşmışken Osmanlı donanma kurmayları Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa’nın baştardasının kamarasında toplanarak savaş stratejisini konuşmaya başlamışlardı. Müezzinzade Ali Paşa’nın karacı bir asker olmasından mütevellit donanma üzerinde hakimiyeti zayıftı. Reisler ve birçok kurmayla ihtilafa düşmüş hatta birçok denizci Müezzinzade’ye karşı gelmişti. Donanmada ayrılıklar süregeliyordu. Birçok kurmay ve reisin katıldığı toplantıda daha evvelden olduğu gibi yine ayrılıklar çıkmıştı. Daha sonra Uluç Ali Reis İnebahtı boğazının müstahkem bir bölge olduğunu, bu bölgenin geçilmesinin çok zor olduğunu belirtip ısrarla donanmayı körfezden çıkartmamak gerektiğini kesin dille savunmuştu. Kendi gibi korsanlığa yakın reislerin kendisini desteklememesine ve kurmayların ısrarla savaşma yanlısı tutumuna çok sert tepki gösteren Uluç Ali Reis gemilerdeki donanım ve asker eksiğinden ötürü epey çekinmekteydi.

(İnebahtı Körfezi)
Fakat Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa direkt olarak devletin başından savaş talimatı almıştı ve donanmayı körfezde tutmaya çok da sıcak bakmamıştı. Zira hünkarın savaş talimatına karşı gelebilmek oldukça zor bir karardı. Barbaroszade Hasan Paşa gibi Cerbe ve Preveze’de Türk sancaklarının görünmesiyle kaçmaya başlayan Hristiyan savaş gemilerinin bu sefer de öyle olacağını savunup savaşa yeterli ciddiyetle yaklaşmayan kurmayların bu tutumu da Müezzinzade Ali Paşa’yı körfezden çıkıp savaşmaya ikna eden diğer etkenlerden biriydi.
Savaş Başlıyor!
Donanmalar İnebahtı körfezi açıklarında birbirlerine yaklaşmıştı. Tüm haçlı filosunu komuta eden Avusturyalı Johann’ın gemisi La Real’in gözcüsü Türk donanmasını tespit etmiş ve derhal amirale haber vermişti. Haçlı filoları derhal savaş pozisyonu almaya koyulmuştu. Gemiler hışımla hareket ediyor uygun konuma girmeye çalışıyorlardı. Haçlı komutanlarından Toledo, Preveze’de Barbaros Hayreddin komutasındaki Osmanlı Donanmasının uyguladığı üç katlı hilal şekilli dizilimin en ideal savaş pozisyonu olduğunu ve bu düzenin taklit edilmesi gerektiği fikrini benimsemişti. Emekli Hristiyan amiraller de mektuplar yollayarak katiyetle bu sistemin denizlerde uygulanmış en iyi formasyon olduğunu ve Barbaros-Preveze ikilisinin unutulmayarak bu deneyimlerden yararlanılmasını öğütlemişti.

(Savaş Kadırgası Art Tasarımı)
“Eğer düşman üzerine kürekle taarruz edilecek olursa bütün donanmayı tek bir filo haline getirmeyi emretmeyin, zira bu kadar büyük bir sayı mutlaka karışıklık çıkartacak ve Preveze’de olduğu gibi kadırgalar birbirine girecektir. Donanmayı tek bir kanatta üç filoya ayrılmalıdır, filoların her iki ucuna da en tecrübeli ve güvenilir kaptanlar yerleştirilmelidir. Bu şekilde filolar arasında dönüşler ve manevra için yeterli mesafe bırakıldığından emin olunabilir. Barbaros’un Preveze’de uyguladığı düzen buydu.”
Hristiyan kurmaylar da buna benzer bir dizilimi kararlaştırmıştı. Ne var ki gemiler pozisyonlarını almakta güçlük çekmişlerdi zira rüzgar Türklerden yana idi. Neden sonra rüzgar yön değiştirmiş ve güneye doğru esmeye başlamıştı. Bu şartlar altında haçlı gemileri belirtilen düzene girebilmişti. Düzene göre haçlı filoları parçalara bölünmüştü. Aynı hat üzerinde 3 kol ve merkezin hemen ardında bir kol daha olacaktı. Haçlı donanmasının merkezinde haçlı amirali Avusturyalı Johann bulunuyordu. Sol kanat kıyıya yakın pozisyon alan amiral Agostino Barbarigo idi. Akdenizin açık sularına doğru açılan sağ kanat da Giovanni Andrea Doria komuta edecekti. Merkez kuvvetin hemen ardında ihtiyat kuvveti olarak da Alvaro De Bazan ve Juan De Cardona konumlanmıştı.
Haçlılar kadırgalarını bu şekilde konumlandırmışken 6 adet Venedik flamalı ağır silahlı ve kadırgalara göre nispeten dayanıklı mavna bu hattın en önüne yerleştirilmişti. Bu gemiler oldukça stratejik bir vazife icra edecekti. Osmanlılar tarafından kolayca batırılamayacak bu gemiler Osmanlı merkez kuvvetinin topyekün taarruzunu perdeleyerek yekpare hareket etmelerini önleyecekti. Ayrıca bu büyük gemilerin her bir bordasında 40-60 kadar top vardı ki bu çok ciddi bir güç çarpanıydı.
Osmanlı filoları da bu arada konumlanmıştı.
Osmanlı donanması da 4 parça halinde konumlanmıştı. Preveze’de rüştünü ispatlamış bu sistem oldukça güvenilirdi. Osmanlıların merkez kuvvetini Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa ve kadırgaları oluşturuyordu. Kıyıya yakın kesim Osmanlı sağ cenahı tarafından tutulmuştu ve bu kesim Şolok Mehmet Bey tarafından komuta edilecekti. Açık deniz tarafındaki sol cenahı da korsanlıktan gelme Uluç Ali Reis komuta edecekti. Osmanlı planlamasına göre merkez hat Hristiyan baskısına direnecek ve bu arada sağ ve sol cenah akıncı birlikleri gibi atılarak düşman gemilerini saracaktı.
Güneşin tam tepeden vurduğu vakitlere gelindiğinde savaş başlamış ve taraflar harekete geçmişti. Osmanlı merkez kuvveti düz bir hat şeklinde öne atılmıştı. Türk kadırgaları erken davaranarak menzile girer girmez Hristiyan mavnalarını top ateşi yağmuruna tutmaya başlamıştı bile. Lakin bu hamle bir hata olmuştu zira uzun mesafeden yapılan bu atışların çok büyük çoğunluğu hedefini bulmamıştı. Kadırgalar düşman hattını tutmaya gayret ederken Hristiyanların stratejik hamlesi henüz savaşın başında doğruluğunu ispatlamış ve haçlı kadırgalarının önünde konumlandırılmış mavnalar Osmanlı merkez hattını dağıtmıştı. Osmanlı kadırgaları bu mavnaların arasına daldığında birlik bozulmuş ve her gemi haçlı kadırgalarının arasında kalıvermişti. Düşman gemilerinin avcuna düşen ön hattaki gemiler toplarını erken ateşlemenin bedelini de ödemeye başlamışlardı. Hristiyan mavnaları ve arkadaki kadırgalar derhal yakın mesafeden Osmanlı gemilerini top ateşine tutmaya başlamışlardı. Haçlı mektuplarındaki ifadeye göre düşmanın kanı üzerlerine sıçrayacak kadar yakından ateşlenen topların sesi ile kadırgaların çarpışma sesi karışmıştı. Bu, Osmanlı merkez kuvvetinin ölüm fermanı olmuştu.

(Venedik Mavnası ve Türk Kadırgası)
Bu noktada manevra hatasının üstüne bir husus daha binmişti. Preveze’de her ne kadar Türk filoları harikulade bir strateji izlemiş olsa da Barbaros’a bu manevraları başarıyla uygulama fırsatı veren yegane unsur haçlı gemilerinde bulunanlara göre çok daha uzun menzilli, çok daha isabetli topları olmuştu. İşte tam da İnebahtı’da Müezzinzade Ali Paşa’yı kısıtlayan bu olmuştu. Türk gemilerinde bulunan toplar artık haçlı kadırgalarında bulunan toplara nazaran daha işlevsiz haldeydi. Teknolojik gerilik başarısızlık silsilesinin kilidini açmıştı.
Merkez kuvvet canla başla savaşıp üzerine düşen görevi yerine getirmeye gayret ederken sağ kanatta Şolok Mehmet Bey de zor durumdaydı. Osmanlı sağ kanadı ile haçlı sol kanadı, Şolok Meymet Bey ile Agostino Barbarigo kıyasıya mücadele içindeydi. Barbarigo gözünden oklanarak da yaralanmıştı fakat strateji daima üstün gelirdi.
Barbarigo bölgeyi Türk amiralden daha iyi tanıyordu. Türk sağ kanadını kıyıya çekmişti. Bu esnada kıyıya çok fazla yanaşmayarak gemilerinin hareket kabiliyetini yitirmesinin önüne geçmiş, bu hataya düşen Türk sağ kanadını oluşturan Osmanlı kadırgalarını kıyıya daha da sürerek neredeyse tamamen yok etmişti. Türk sağ kanadı yok olmuştu!

(İnebahtı’da Kadırgalar)
Sağ kanat yok olmuşken savaşın genel gidişatının aksine sol kanadı idare eden Uluç Ali Reis harika bir iş çıkartmakta idi. Açık denize dönük olmayı bir avantaja çevirmişti ve çok keskin manevralarla haçlı sağ kanadını epey zorluyordu. Fakat ne kadar iyi giderse gitsin savaşın sonucu belli olmuştu bile. Bu bir tahmin değil gözlemle sabitti hatta. Merkez kuvvet tamamen dağılmıştı ve haçlı merkez kuvveti Avusturyalı Johann komutasında ilerlemiş ve Türk merkezini sarmıştı. Amiral Johann’ın gemisi La Real ve çevresindeki gemiler daha ilk sızmada Türk Kaptan-ı Derya’sı Müezzinzade Ali Paşa’nın 3 fenerli kadırgasını tespit etmiş, ateşi onun üzerinde yoğunlaştırmış ve onu diğerlerinden ayırmaya koyulmuştu.
En nihayetinde ne üzücüdür ki Türk filosunun kapudanesi (Kaptan-ı Derya’nın gemisi) kurdun kuzuyu sürüden ayırması gibi çekip alınmış ve diğer gemiler de aynı kaderi paylaşırken rampa edilerek haçlı savaşçıları tarafından işgal edilmişti. Müezzinzade Ali Paşa dahil geminin tüm mürettabatı katledilmiş, üstüne üstlük geminin sancakları indirilerek gemiye kutsal haçlı ittifakı sancakları çekilmişti. Bu durum tüm Türk gemilerince şehadet edilmiş ve canla başla savaşmakta olan Türk leventlerini kahretmişti. Savaşın kaybedildiği an o andı, kalenin burcundaki bayrak düşmüştü…

(Müezzinzade Ali Paşa’nın Ölümü)
Yarma Harekatı!
Tüm bu olanlar yaşanırken tek olumlu hadise Osmanlı sol cenahında, Uluç Ali Reis kumandasında yaşanıyordu. Uluç Ali Reis usta manevralarla kendisine karşılık gelmekte olan haçlı sağ kanadı Giovanni Andrea Doria kadırgalarını açığa sürmüştü. Haddinden fazla uzaklaşan Andrea Doria’dan sıyrılan Uluç Ali Reis kadırgalarıyla hızlı bir taarruza kalkmış ve haçlı merkezini taciz etmişti. Öyle ki neredeyse haçlı merkez kuvvetini soldan yaracak ve türk merkez kuvvetini kurtaracaktı. Taarruz başlamışken Malta kadırgalarının arasına dalan Uluç Ali Reis ve kadırgalar başarıyla Malta gemilerini söndürmüş, hatta Malta kapudanesini ele geçirmişti.
Fakat Ali Reis’in bu güçlü hamlesi bile Türk donanmasını kurtaramazdı, artık geç kalınmıştı. Andrea Doria’nın hatası Alvaro de Bazan komutasındaki kuvvetler tarafından giderilmişti. Henüz Ali Reis’in kadırgalar haçlı merkeziyle temas edemeden belirledikleri rota kapatılmıştı. Bu taarruz da ölü doğmuştu. Bu vesayetle Ali Reis Malta amiral gemisini ele geçirmiş halde geri çekilmeye koyulmuştu. Lakin bir problemi daha vardı. Döndüğü anda arkasında haçlı merkez ve ihtiyat kuvvetleri, önünde de taarruzdan evvel açığa sürerek egale ettiği Andrea Doria kuvvetleri vardı, kısaca sarılmıştı.
Ali Reis, korsanlıktan gelme bir denizci idi. Yani az gemi ile vurucu taarruzlar yapmak onun stiliydi. Taarruza başladığı gemi sayısının neredeyse tamamını kurtaran stratejik ve akıl dolu manevraları bu kariyere borçluydu.
Ali Reis haçlı sarmalından sıyrılıp gemilerini sağ salim açık sulara sürdüğünde geriye dönüp bakmış olmalıydı. Bu manzara çok farklıydı. Türk denizcilerinin daha evvel gördüğü bir manzara, tattığı bir acı değildi bu. Dolu dizgin ihtişamlı zaferlerle dolu Türk denizcilik tarihinde o zamana dek alınmış en büyük yenilgi, yaşanmış en ciddi faciaydı bu. İnebahtı, diğer bir ismiyle Sıngın savaşı!

Bu savaşta Osmanlı denizciliğini etkileyen birden çok faktör meydana gelmişti. Akdeniz filosunun neredeyse tamamı yok edilmişti. Osmanlı deniz gücü ciddi darbe almıştı. Bununla birlikte çok sayıda denizci de öldürülmüştü. Kaynaklara göre farklılık gösterse de 20 binden fazla denizci ve asker ölmüş, 10 bin kadar da esir verilmişti.
Bunun yanında dönemin donanmalarının ana vurucu gücünü oluşturan kürekli kadırga gemilerinin temel itiş gücünü oluşturanlar da kürekçi forsalardı. Bu forsalar ihtiyaç halinde ülke içinden para karşılığı tedarik edilebildiği gibi ekseriyeti savaş ve yağmalarda ele geçirilen esirlerden hasıl olurdu. İnebahtı deniz savaşında Osmanlı donanması mağlup olunca Türk gemilerinde forsaya çakılı bulunan 15 bin esir de serbest kalmıştı. Bu sayı oldukça ciddiydi. Üstüne üstlük bu forsalar savaş anında parsel parsel serbest kalıp bulundukları gemilerden kurtuldukları gibi haçlı gemilerine geçerek Türk gemilerine ve askerlerine karşı kutsal ittifaka da anında hizmet vermeye başlamış, öldürülmüş, yaralanmış forsaların yerlerine geçerek Hristiyan kadırgalarına güç vermiş hatta ellerine geçirdikleri objelerle Türk askerlerine karşı savaşadurmuşlardı.
Ali Reis geriye dönüp bakmış mıdır? Bilinmez. Lakin biliyoruz ki şayet baktıysa ardında neredeyse 30 bin Türk denizci ve savaşçının Akdeniz sularını kızıla çaldığını, neredeyse 170 kadar kadırganın alevlere teslim olduğunu, denizin karanlık sularına gitmekte olduğunu yahut haçlı ittifak sancağı çekilerek küffar hizmetine girmiş olduğunu görmüştü. Ali Reis, Osmanlı’nın uzun yıllardır almadığı kadar ciddi bir mağlubiyeti ardında bırakmış ve İstanbul’a dümen kırmıştı.
Savaş Sonucu!
Haçlı filoları Avrupa sahillerine döndüklerinde haber yayılmış ve muazzam bir keyif oluşmuştu. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir. Sapienza savaşında Osmanlı deniz gücünü yok etmek için amatör bir girişimde bulunan haçlılar, Preveze ve Cerbe’de çok daha profesyonel hazırlıklarla aynı amaç doğrultusunda girişimlerde bulunmuş fakat muazzam mağlubiyetler alarak yok edilen filolarının üstüne soğuk su içmekle yetinmişlerdi. Fakat bu sefer başarmışlardı. Çekirge üçüncü kez zıplayamamış ve Türklerin deniz gücü kırılmıştı. Hatta fiilen Akdenizde Türk hakimiyeti sona ermişti…

(İnebahtı’da Ele Geçirilen Osmanlı Tuğ, Sancak ve Silahları)
Savaş Sonrası
Peki bu savaşın tesiri ne kadar uzun sürmüştü? Aslına bakılırsa kutsal ittifak Lepanto yani İnebahtı galibiyetlerinden optimal değerde faydalanamamıştı. Evet görünürde batı Akdenizde sürekli Türk tacizine uğrayan Avrupa sahil kentleri ve gemileri bir süre güvene alınmıştı. Fakat doğu Akdenizde tartışmasız ve cüret gösterilemez bir Türk hakimiyeti olduğu ortadaydı. Bununla birlikte Avrupalı devletler kendi aralarında galibiyeti sahiplenmeye çalışırken Osmanlı yaşadığı faciayı en hafif hale getirmek için derhal çalışmalara girişmişti.
Uluç Ali Reis elindeki filoyla İstanbul’a gelip hünkarın huzuruna çıktığında bu acı haberi vermekte güçlük yaşamıştı muhakkak. Fakat bu acı galibiyet dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa gibi realist ve idealist bir idareci tarafından duygusal değil akıllıca karşılanmıştı. Devlet erkanı oturup yas tutmayı reddetmiş, derhal telafi çalışmalarına başlanmıştı. Bu çalışmaların ilki İnebahtı’da tek başarıyı getiren usta denizci Uluç Ali Reis’i Kaptan-ı Derya makamına getirmek olmuştu.
Uluç Ali Reis artık Paşa idi. Padişah 2. Selim de Uluç Ali Paşa’nın adını Kılıç Ali Paşa olarak değiştirmişti. Donanmaya Paşalık edecekti elbet fakat ortada bir donanma yoktu desek yeridir. En kısa sürede donanma inşa etmek lazımdı. İstanbul tersaneleri, İzmit, Gelibolu, Sinop, Varna, Silistre, Burgaz, Semendire, Vize, İğneada, Süzebolu, Ahyolu, Kefken, Midye, Bartın, Biga, Samsun, Gemlik, Alanya, Rodos, Antalya ve Sakarya limanlarında topyekün gemi inşaatına başlandı. Marangozhaneleri sabah akşam haftanın bütün günleri yoğun bir çalışma temposuna girmişti. Fakat Kılıç Ali Paşa devlet kademesinin hedeflediği kadar büyük bir donanmayı inşa etmenin uzun süreceğinden şüphe etmişti. Bu çekincesini Sokullu Mehmet Paşa’ya iletmiş ve Sokullu tüyleri diken diken eden o tarihi cevabı vermişti.
“Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden (kalın ipek halat), yelkenlerini atlastan yapabiliriz. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al”
Bu ifade açıkça Osmanlı İmparatorluğunun 1571 yılındaki ekonomik gücüne işaret etmektedir. 200 parçalık bir donanma yok edilmiş ve koca bir imparatorluk donanmasız kalmışken Sadrazamın Donanma amiraline verdiği bu cevap ayrıca devlet kademesinin özgüvenini de sergilemektedir.

Osmanlı Donanması Tekrar Sahada!
İnebahtı faciasından sadece 6 ay geçmişti. Henüz yarım sene devrilmişken Osmanlı savaş makinesi ve ekonomik gücü 6. Ayın sonunda devasa bir donanma oluşturmuştu. Sokullu aşikardır ki Kılıç Ali Paşa’ya verdiği tarihi cevabı sehven vermemişti. Bu kısa süre zarfının sonunda Osmanlı deniz gücü kapudane büyüklüğünde kadırgaların da önemli bir bölümünü oluşturduğu gıcır gıcır bir kadırga filosu oluşturmuştu. İnebahtı da feda edilen 200 kadırgaya karşılık İstanbul’un boğaz suları 134 yeni kadırga inşa edilmiş ve elden geçirilerek savaşa hazır getirilen diğer gemilerle 250 Türk kadırgasını omuzlamıştı. 6 ay, 250 savaş kadırgası! Osmanlı deniz gücü tekrar oyun kurucu olarak sahaya inmişti.
Osmanlı beyni Sadrazam Sokullu Mehmet Ali Paşa bu ekonomik ve askeri gücü siyasi başarılarla da taçlandırmayı bilen zeki bir devlet adamıydı. Kutsal ittifak ülkeleri Osmanlı’dan uzun süre kurtulduklarını düşünürken Sokullu Venedik elçisi Marcantonio Barbaro ile biraraya gelmiş ve 250 parçalık taze filolar eşliğinde kıvrak zekasıyla kitaplara yazılacak muhteşem bir ifade daha kullanmıştı.
“Talihsizliğimizi nasıl üstlendiğimizi görmeye geldiniz. Ama senin kaybınla bizimki arasındaki farkı bilmeni isterim. Kıbrıs’ı sizden güreşirken, sizi bir koldan mahrum ettik; Filomuzu yenerek, sadece sakalımızı kestirdiniz. Kesildiğinde bir kol tekrar büyüyemez; ama kesilmiş bir sakal, ustura için daha iyi uzar”
Askeri başarılar siyasi zaferlerle taçlandırılmalıdır. Kutsal ittifak İnebahtı da ciddi bir zafer kazanmış olmasına rağmen Kıbrıs’ı kaybetmiş, üstüne üstlük 1573 yılında yapılan antlaşma ile Venedik Osmanlı İmparatorluğuna 300 bin düka altın tazminat ödemeyi kabul etmişti. Şehit edilen asker ve denizciler dışında Osmanlı’nın neredeyse kaybı olmamış, hatta yıpranmış kadırgalarını Venedik sponsorluğunda yenilemişti. Bu ifade her ne kadar kısmen mübalağa da olsa benzer yargılara ulaşmak da mümkün görünmektedir.
Osmanlı savaş filoları Akdenizde dolaşmaya, fiilen kaybettikleri üstünlüklerine rağmen en önemli aktörlerden biri olmaya devam edecekti.
Donanmalar Çarpışıyor serisinin en önemli bölümlerinden birinin daha sonuna geldik. Tarihimize İnebahtı faciası olarak geçen bu elim olayı ve etkilerini ele aldık. Serinin bir sonraki yazısı meşhur Mezamorta Hüseyin Paşa liderliğinde gerçekleştirilen 2. Koyun adaları savaşı hakkında olacaktır. Fikir ve eleştirilerinizi muhakkak yorum olarak belirtiniz. Bir sonraki yazıya değin kendinize iyi davranın.