Serinin bu bölümünde Sultan Abdülaziz Han’ın hükümdarlığı döneminde yine Sultan Abdülaziz Han’ın çabalarıyla kurulan devasa büyüklükteki Osmanlı Donanmasını inceleyeceğiz. Kurulan donanmanın nicel ve nitel özelliklerini irdeleyip analiz edecek, ardından şehit hükümdarın çabalarıyla ilgili yorumlarda bulunacağız.
Seriyi kronolojik olarak okumanızda fayda görüyorum, diğer yazılara erişim için;
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 1: Deryada Hilal Taktiği/ Koyun Adaları Savaşı!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 2: Gölgede Kalmış Müthiş Zafer, Sapienza!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 3: Barbaros Preveze’de Haçlı Avında!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 4: Türklerin Akdeniz’de Son Zaferi, Cerbe!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 5: İnebahtı Faciasının Görünmeyen Yüzü
- Yazı –>Donanmalar Çarpışıyor 6: Yarı Ölü Mezamorta Paşa’nın 8 Zaferi!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 7: Osmanlı Donanması Çeşme’de Yok Oluyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 8: Osmanlı Donanması İntikam Arıyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 9: Türk Donanması Navarin’de Katlediliyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 10: Mahmudiye Efsanesi Doğuyor!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 11: Sinop Baskını ve Rus Kalleşliği!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 12: Abdülaziz’in Donanma Enkazı!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 13: Gemileri Çürütmek yahut Yeniden Var Etmek!
Hazır iseniz Avara! Sığ sulardan açılıyoruz…
Osmanlı İmparatorluğu ekonomisinin ana geçim kaynağının temelini hüküm sürdüğü uzun yıllar boyunca savaş ganimetleri oluşturmuştu. Savaşmış, yenmiş ve hem düşmanının hazinesini ele geçirmiş hem de vergi vermeye makhum etmişti. Bu gelir kaynağı ile Osmanlı tebaası refah içinde yaşamıştı. Devlet hem ordularını besleyebilmiş hem de teknolojide ileri giderek ömrünü uzatmıştı. Ne var ki herhangi bir konuda en iyi olmanın ciddi bir handikapı vardı. Kendinizden daha güçlü bir rakibiniz yoksa rahatlar, gevşer ve onların size yetişmesini beklemeye koyulursunuz. Osmanlı da aynen bu rehavete kapılmıştı. Bilhassa Avrupa’lı rakipleri bilimde gelişmek, güçlü rakipleri Osmanlı İmparatorluğu’nun kılıçları altında ezilmekten kurtulmak için çalışırken Osmanlı bu gelişim sürecinden mahrum kalmıştı. En nihayetinde Osmanlı mevcut üstünlüğünü kaybetmiş, 2. Viyana
kuşatmasından Sakarya meydan muharebesine dek geri çekilmeyle sonuçlanan sürece girivermişti. Bu noktada siyasi tartışmalar bir yana dursun, ekonomik olarak da Osmanlı artık eskisi gibi çil çil, duka duka altınlar elde edemez olmuştu. Rakipleri Osmanlı’ya zırnık koklatmaz hale gelmişti. Karada bunlar olurken denizde de işler bereketli değildi. İnebahtı’dan çok uzun yıllar sonra Osmanlı Donanması Çeşme’de bütünüyle yok edilmişti. Ardından Navarin’de bir kez daha ve ardından Sinop’ta kısmen de olsa bir kez daha… Donanma darbe üstüne darbe yerken bu olaylar aslen imparatorluktan çok fazla şey götürüyordu. Bir toprak parçasından çok daha fazla şeyler.
Avrupalı devletler coğrafi keşiflerle keşfettikleri okyanus aşırı bölgelere gitmiş, sömürge devletler kurmuş, bölgenin zenginlikleriyle ihya olmuşlardı. Buna rağmen Osmanlı bırakın keşfi kendi topraklarında dahi rahatça ticaret yapamaz hale gelmişti. Denizlere hükmedecek bir donanma kariyeri kalmamıştı.
Bu önemli olayların ardından Osmanlı tahtına 1861 yılında Sultan Abdülaziz Han çıkmıştı. Tahta çıktığında ekonomik sorunlar baş göstermiş, siyasi çatlaklar oluşmuş, toprak kayıplarının etkisiyle sosyal sorunlar da artmıştı. Sultan’a çok büyük iş düşüyordu. Kendisine kalan en büyük miras ise donanma idi. Navarin baskınından sonra inşa edilen ve süreç içinde büyütülen 75 parçalık bir filo mevcuttu. Bu filonun 35 gemisi İstanbul’da, diğer gemiler ise diğer vilayetlerde görevliydi.
Sultan Abdülaziz ise tam bir derya aşığı idi. Denizciliğe şehzadeliği döneminden beri ilgiliydi. Tahta çıktığı 1861 yılından itibaren donanmayı büyütmenin derdine düşmüştü. Tahtta bulunduğu hükümdarlık döneminde Karadağ ayaklanması, Hersek, Sırbistan ve Eflak-Boğdan vakıaları, Lübnan ayaklanması ve Girit İsyanı gibi iç karışıklıklarla cebelleşmişti. Ayrıca sıcak denizlere inme çabasındaki komşusu Çarlık Rusya’sı ile de çatışmalar olmuştu. Ayaklanmalar ve Kırım savaşı süreçlerinde Abdülaziz Han yabancı devletlerin donanmalarını ilgiyle takip etmiş ve hayranlıkla incelemişti. Bu incelemeler neticesinde Osmanlı Donanmasındaki eski korvet, kalyon, gambot ve benzeri gemilerin yeni nesil makinelerle revize edilmesine, revize edilemiyorsa ıskartaya çıkartılması gerektiğine ikna olmuştu.
Bu bağlamda Nutki Bey kayıtlarında makinesiz gemilerin İngiltere’ye gönderilip makineler ile donatıldığından bahsetmiştir. Hüdavendigar isimli yelkenli eğitim gemisi de İngiltere’de makinelerle donatılarak makine talimi için görev yapmıştı. Yine Hüdavendigar gibi ömrünü tüketmeye yüz tutmuş Kosova kalyonu ve Ertuğrul fırkateyni gibi gemiler de ekonomik olmamasına rağmen büyük masraflarla İngiltere’de makineleştirilmişti-(Ertuğrul Fırkateyni ilerleyen yıllarda Abdulhamid’in emriyle sefere çıkmış Japonya’da meydana gelen kazada batmıştır)- Devam eden yenileşme sürecinde eskimiş gemilerde bulunan makinelerden de tasarruf edilmişti. Dönemin resmi gazetesinden edinilen bilgiye göre Kervan-ı Bahri isimli Fırkateynin makineleri sökülerek Lübnan adındaki fırkateyne entegre edilmiş, Kervan-ı Bahri hurdaya ayrılmıştı.
Kimi kurmaylar ekonominin bunu kaldırmayacağına dair şüpheleri dile getirip buna karşı çıkmıştı. Bu grubun başında da Meclis-i Ali Tanzimat’a atanan Fuad Paşa vardı. Ekonomiyi düzeltmekten sorumlu olan Paşa bu hususta ciddi çaba sarf etmişti. Sultan ise ekonomik sıkıntıların bir şekilde çözümlenebileceğini düşünüyordu. Bazı yüksek rütbeliler de sultan ile eş güdümlü düşünmekteydi. Mahmud Nedim Paşa ve kabinesi fırsat yakaladıkça Sultan Abdülaziz’e kurmakta olduğu donanmaya karşı vuku bulan hayranlığını dile getiriyor, Sultan’ı bu konuda yüreklendiriyor ve kimsenin Sultan’a karşı bu konuda aksi fikir belirtmesine müsaade etmiyordu. İmparatorluk mevcut gemileri ve azar azar edindiği yeni gemileriyle kendi yağında kavrulurken Sultan Abdülaziz’in posta kutusunda bir davetiye zarfı bulunmuştu. Fransa İmparatoru 3.Napolyon, Sultan’ı Uluslararası Paris Sergisine davet etmişti. Elbette Sultan bu davete icabet edecekti.
Avrupa’ya Seyahate Giden İlk Padişah!
Sultan Abdülaziz 1863 yılında Mısır gezisine gitmişti. Sultan kabinesiyle birlikte Mısır seyahati için İsmail Paşa tarafından kendisine hediye edilen Feyz-i Cihad vapuruna yerleştirilmişti. At ve arabalar için Kars vapuru onları izlemekteydi. Bu filoyu koruması için Peyk-i Zafer, Malokof, Fethiye, İzmir ve Beyrut korvetleri; Mecidiye ve Taif fırkateynleri görevlendirilmişti. Gemiler arası iletişimi de Peyk-i Şeref ile Gemlik isimli gemiler sağlamıştı. Mısır seyahati bu gemilerle tamamlanmıştı.
1867 yılına gelindiğinde de Avrupa seyahatine çıkmaya karar vermişti. Sultan önce Fransa’ya gidecekti. Bilhassa çok sevdiği donanmasının omuzları üstüne ağır sorumluluk binmişti. Hazırlıklar tamamlanmış ve Sultan 21 Haziran günü Cuma namazını Beşiktaş iskelesinin yanıbaşında eşsiz güzelliğiyle ilgi çeken Ortaköy camiinde kılmıştı. Namazın kılınmasının ardından iskeleye geçilmiş ve şehzade Abdülhamid’in de içinde bulunduğu 56 kişilik ekip sırayla gemilere alınmıştı. Fransa seyahatinde Padişah Sultaniye yatına yerleştirilmiş, kendisini Fransız sefirin de içinde bulunduğu Pertev Piyale yatı izlemişti. Bu gemileri koruması için de Aziziye ve Orhaniye fırkateynleri görevlendirilmişti. Tarihte ilk kez bir Osmanlı Hükümdarı yabancı topraklara sefer dışında gidiyordu. Bu durum içeride ve dışarıda çokça tepki almıştı. Gerek halife gerek tebaa gerek kabine üyeleri bu geziye karşı çıkmış, bir Osmanlı hükümdarının Dar-ül Harp yani gayri müslim memleketlere yalnızca sefer niyetiyle gidevileceğini savunmuşlardı. Bu sebeple güvenliğe epey önem verilmişti.
Çanakkale boğazından geçerken boğazın her iki yakasından top atışlarıyla selamlanan padişah filosu 30 haziran günü Marsilya’ya ulaşmış ve oradan Paris tren garına geçmişti. 10 gün boyunca Fransa’da misafir olan Sultan, 10 Temmuz günü Paris’ten uğurlanmış ve Boulogne üzerinden tekrar gemiler vasıtasıyla İngiltere’nin Dover Limanına ulaşmıştı. Sultan ve maiyetini İngiltere’de yoğun günler beklemekteydi. İngiltere’de Kraliçe Victoria tarafından karşılanan Sultan ve kabinesi Buckingham sarayına yerleştirilmişti. Burada kaldığı 11 gün boyunca Abdülaziz Han İngiltere’yi gezmiş, resmi temaslarda bulunmuş, posta işletmeleri ve bankaları incelemişti. İngiltere’nin gelişmişlik düzeyi üzerinde incelemelerde bulunan Sultan’ı yüreğinden vuran ise gezdiği tersanelerdi.
Donanma aşığı Sultan Abdülaziz Han bu ihtişamlı tersanelerden çok etkilenmişti. Ayrıca bu ziyaretleri tersanelerle de sınırlı kalmamış her bulduğu fırsatta Spithead’a giderek Spithead açıklarında İngiliz Donanmasının manevralarını, tatbikatlarını ve kendisine ithafen icra edilen şovları izlemişti. Sultan Abdülaziz artık bambaşka bir sultan idi. İngiliz donanmasının yepyeni zırhlı gemileri kendisini çok etkilemişti.
Gördüğü donanmaların aksine bu müthiş gemiler buhar gücüyle çok yüksek hızlara ulaşıp keskin manevralar yapabiliyor, İngiliz Warrior isimli gemiyle başlayan bu yeni akımın gemileri zırh kaplı gövdeleriyle eski usul gemiler tarafından tahrip edilemez halde engin sularda seyrediyorlardı. Sultan aklının bir köşesinde herhangi bir donanmanın bütünüyle dahi bu gemilerden oluşturulmuş bir filotilla ile mücadele edebilme şansını tartmıştı. Mevcut toplar gemilerin kaplandığı bakır, demir ve çeliği delememekteydi. Buna mukabil bu gemilerde kullanılan toplar da farklıydı. Kırım savaşında önemli bir yere sahip Sinop Baskınında Rus gemilerinin kullandığı patlayıcı ve delici mühimmatlar ve Paixhans adı verilen yeni nesil çok daha etkili toptan türetilmiş silahlar kullanılmaktaydı. Bu toplar klasik baştan doldurularak ateşlenen gülleli toplardan farklı olarak kıçta bulunan kamadan dolduruluyor, standart güllelerden farklı olarak içleri patlayıcı dolu güllelerle taarruz ederek yüksek tahribat meydana getiriyordu. Bu halde ahşap gövdeli gemilerin en küçük şansı olmazdı.
47 günlük seyahatin ardından Osmanlı Hükümdarı ve kabinesi İstanbul’a dönmüştü. Sultan hiç vakit kaybetmeden çalışmalara başlamıştı. Muasır medeniyetlerin seviyesini yakalama çabası sandığımızın aksine Cumhuriyetin kuruluşundan çok daha eskiye dayanmaktaydı.
Değişim Başlıyor!
Öncelikli olarak bu revizyon sürecine tersanelerle başlanmıştı. Başta Terssane-i Amire olmak üzere İzmit, Gemlik, Sinop, Sakarya, Alanya ve Antalya gibi bölgelerde bulunan tersaneler yenilenmiş, yeni gemi inşa tezgahları hazırlanmış, Avrupa’dan yeni nesil alet edavatlar ile temin edilerek modern üretime hazır hale getirilmişti. Tersanelerde üretilmesi arzulanan gemiler alışılageldik ahşap gövdeli gemiler olmadığından mevcut deneyimden çok daha fazla birikime ihtiyaç duyulmuştu. Güncel inşa teknikleri noktasında açığı kapatmak üzere Tersane-i Amire’den Londra’ya 16 nefer ve 6 subay gönderilmişti. 1871 yılında bu kadronun geri gelmesiyle birlikte gemi inşa süreci daha sağlam ayaklar üzerine oturtulmuştu. Tersaneler hazırlıklardan sonra işbaşı yapmış ve büyük bir süreç başlamıştı.
Tüm yükün tersanelere binmesinin önüne geçilmesi ve üretim hızının yavaşlamaması için eski kuru havuzlar büyütülmüş ve yeni kuru havuzlar da inşa edilmişti. Ayrıca yüzer doklar da imal edilerek gemilerin bakım onarımları tersanelerden bu yapılara devredilmişti.
Gemilerin inşa edilmesi için gerekli hazırlıklar yapılmıştı ancak gemilerin donatılması da gerekmekteydi. Bu sebeple tersanelerin inşa edeceği gemilerin ihtiyaç duyacağı teçhizatlar da göz ardı edilmemişti. Gemi üretim tezgahlarının yanında top ve tüfeklerin üretimi için de ayrıca bir farika kurularak modern makinelerle donatılmıştı. Bu fabrikada üretilen zırhlı gemilerin silah donanımları imal edilmişti.
Bununla birlikte bu gemilerin tamamının buhar makineli olması planlanmıştı. Devir artık yelkenlilerden geçmişti. Devir yönetilebilen, istendiği zaman hızlandırılıp yavaşlatılabilen ve hatta rüzgar gücünün hareket ettirmekte zorlanacağı ağırlıkta gemilere güç veren makinelerindi. Gemiler yelkenlerin verimsiz ve rüzgara bağımlı itki gücünden kurtulmuş, makinelerle sürekli ve kontrollü itkiye sahip olmuştu. Ayrıca Fransız mucit Charles Dallery tarafından icat edilen gemi pervaneleriyle birlikte gemiler hem gövdelerinin yanlarına yerleştirilen devasa çarklardan kurtulmuş hem de çok daha fazla hıza ulaşabilmişti. Kürek ve kürek çekecek forsalardan da kurtulan gemiler bambaşka bir çağa geçmişti. Bu önemli kabiliyetin de elbette bir girdisi olacaktı. Kömür!
Gemilerin gövdelerinin içine dev kazanlar konuşmuştu. Bu kazanlarda yakılan kömür ile elde edilen enerji ile makinelere güç verilmekteydi. Bu gemiler günde ortalama 50 ton kömüre ihtiyaç duyuyordu ve bu ciddi bir sorundu. Gemiler her ne kadar kazanlarında depoladıkları kömür ile bir süre idare edebilseler de ortalama 10 günlük süre zarfından sonra limana uğramak ve ikmal yapmak zorunda kalmaktaydılar. Donanmanın ivedi ihtiyaçlarının derhal giderilebilmesi için de kömür ambarları oluşturulmuştu. Ayrıca kömür nakliyatında önceden devlet ve tüccar gemileri çalışmaktayken 1867 yılından itibaren bu işi İstanbul kömür idaresi yapmaya başlamıştır. Abdulmecid ve Abdulaziz döneminde önemli kömür yatakları kapitülasyonlarla yabancılara devredilmişti. Ereğli kömür ocağının işletme hakkı da İngilizlere verilmişti ancak İngilizler yeterli üretimi yapamamış ve Osmanlı donanması kömürsüz kalmıştı. Bu dönemde İngiltere’den kömür ithal edilmiş ve donanmada NewCastle kömürü kullanışmıştı. Ardından devam eden süreçte kapitülasyonların genişletilmesiyle bu ocakların işletme hakları verilen ülkelere süresiz tahsis edilmiş ve Osmanlı ithal kömüre mahkûm olmuştu.
Her ne kadar Tersaneler tam hız çalışıyor olsa da Sultan Abdülaziz’in kurmayı planladığı donanma için çok yetersizdi. Bu yetersizlik tersanelerle alakalı değildi, Padişah’ın kurmayı planladığı donanmanın büyüklüğüyle alakalıydı. Hem üretim hızı hem üretim kapasitesi hem de ürün kalitesi noktasında istenilen seviyenin karşılanamaması sebebiyle yurt dışına da sipariş geçilmesi kararlaştırılmıştı.
Bilhassa yurt dışına verilen siparişler için yüklü miktarda ödeme gerekmişti. Bu durum zaten Kırım savaşından beri dar boğazda olan Osmanlı ekonomisi için epey zorlayıcı olmuştu. Bu alımlara karşı çıkan kabine üyeleri ve nüfuzlu kişiler olmuşsa da Sultan bu adımı atmayı kafaya koymuştu. Osmanlı ekonomisinin dörtte biri donanma kurmaya ayrılmış olmasına rağmen gemilerin temini için gerekli ödemelerin ancak bir kısmı Osmanlı hazinesinden nakit olarak karşılanabilmişti. Bir kısmı ise Sultan’ın şahsi hazinesindeki mal varlığıından temin edilerek karşılanabilmişti. Bu denkleştirme çabasına karşın gemilerin karşılığındaki ödemelerin önemli payını Avrupa bankaları tarafından verilen krediler oluşturuyordu. Çok üzücüdür ki bu kredilerin geri ödemesi ileri ki yıllarda Osmanlı’yı Düyun-ı Umumiye’ye mahkûm ederek ekonomisini çökerten etkenlerin başında gelecekti.
Aradan geçen süreçte Türk tersanelerinde 40 yılı aşkın donanmaya hizmet edecek olup İzmit’te üretilen Muzaffer korveti, Ertuğrul ve Selimiye fırkateynlerinin de içinde bulunduğu 15 büyük gemi üretilmişti. Bu gemiler farklı tonajlarda, farklı ebatlarda toplarla donatılmış ve yeni nesil zırhlı ekolüne uygun imal edilmişti. Sultan Abdülaziz gemilerin suya indirilişini yakinen takip etmiş, suya indirilme törenlerinde bizzat bulunmuştu. Bu törenler onun için epey ilham vericiydi. Öyle ki bilinen kayıtlara göre bu törenlere yabancı sefirleri ve devlet adamlarını da davet etmişti. 20 Mayıs 1874 tarihinde İstanbul’da bulunan İran şahına boğazda merasim düzenletmiş ve gemilerle gösteriler yaptırtmıştı.
Aslına bakılırsa Osmanlı İmparatorluğu törenlerin cirit attığı bir devletti. Gemilerin kızağa çekilmesi, suya indirilmesi ve teslimi için yapılan törenlerde Vakt-i Muhtar olarak isimlendirilen uğurlu saat seçilirdi. Müneccimbaşı’nın geleneksel görevlerinden olan bu adete bazı padişahlar uymuş, bazıları ise geleneksel ritüel olarak görüp riayet etmemişti. Misalen donanmada emeği olan 3. Selim,
“Her gün Allah’ın günüdür. Ben İlm-i Nücum’a inanmam. Allah’a tevekkül ederim. Siz kendiniz hangi saati uygun görürseniz seçin ve aynısını savaş için de uygulayın” demişti.
Donanmada artışa gidilen niceliksel kriterin yanında gemilerin niteliğinde de yüksek standartlara özen gösterilmişti. Gemiler için İngiltere’den çelik halatlar getirtilmiş, sandal istimbotlar sipariş edilmişti. Gemilerde ispirtolu pusula, harita, portolon, oktant ve sekstan görmek mümkündü. Şifreli haberleşme usulüne uygun sistemler ve jurnal kayıt defterleri kullanılmıştı. Gemileri için yeni tip ölçüm aletleri getirtilmiş ve gemilerin adalar ile iletişimini sağlamak için deniz telgraf hatları döşenmişti. Donanma gemilerinde eski tip ağızdan dolma yerine kıçtan dolma kamalı modern donanma topları kullanılmıştı. Ayrıca donanmaya deniz mayını imalatı kabiliyeti de kazandırılmıştı.
Meydana getirilen donanmanın önemli kısmı ithal idi. İngiltere’den yeni oluşturulan filonun en büyükleri olan Osmaniye sınıfı gemilerin ve Mesudiye’nin de içinde bulunduğu 13 gemi; Fransa’dan çoğunluğu zırhlı duba olarak tabir edilen 10 gemi; Avusturya İmparatorluğu’ndan da zırhlı korvet olmak üzere 1 gemi teslim alınmıştı. Toplamda Türk donanması Sultan Abdülaziz’in öncülüğünde yeniden var edilmiş ve 39 zırhlı yeni gemiyle güçlendirilmişti. Bu modern 39 gemiyle birlikte elbette Abdulmecid döneminden kalma daha eski ve farklı sınıflardaki ahşap gövdeli 75 gemi de donanmanın önemli bir bölümünü oluşturuyordu. Elbette bu 75 geminin ömrünü dolduranları zaman zarfı içinde ıskartaya çıkartılmıştı.
Gemi Kimliği Hizmet Yılları | Gemi Sınıfı | Üretici | Silahlanma | Ağırlık- Zırh-Boy | Not |
Osmaniye 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 1x229mm Top 14×203 mm Top 10×36 Ib Top | 6400 ton 140mm 91 metre | 1923’te hurdaya ayrıldı | |
Aziziye 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 1x229mm Top 14×203 mm Top 10×36 Ib Top | 6400 ton 140mm 91 metre | 1923’te hurdaya ayrıldı | |
Orhaniye 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 1x229mm Top 14×203 mm Top 10×36 Ib Top | 6400 ton 140mm 91 metre | 1913’te hurdaya ayrıldı | |
Mahmudiye 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 1x229mm Top 14×203 mm Top 10×36 Ib Top | 6400 ton 140mm 91 metre | 1913’te hurdaya ayrıldı | |
Fatih | Zırhlı Fırkateyn | 16x24cm Top 5x21cm Top | 9757 ton 152-300mm 112 metre | Prusya’ya satıldı | |
Fettah 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | – | – | Gemi İptal Edildi | |
Mesudiye 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 12x254mm Top 3x178mm Top | 9000ton 254-305mm 101 metre | Çanakkale’de batırıldı | |
Hamidiye 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 16x254mm Top | 9000ton 254-305mm 101 metre | 1913’te hurdaya satıldı | |
Mahmudiye 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 16x 254mm Top 10x 150mm Top 4x Torpido | 9700 ton 180-300mm 101 metre | İngiltere’ye satıldı | |
Asar-ı Tevfik 1965-1909 | Zırhlı Korvet | 8x220mm Top | 4600 ton 200mm 82 metre | Bulgar torpiliyle batırıldı | |
Peyk-i Şeref 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | 4x300mm Top 4×20 Ib Top 2x Torpido | 4870 ton 305mm 75 metre | 1882’de İngiltere’ye Satıldı | |
Büruç-u Zafer 1965-1909 | Zırhlı Fırkateyn | ||||
Asar-ı Şevket 1965-1909 | Zırhlı Korvet | 1x 229mm Top 4x178mm Top | 22556 ton 152mm 66 metre | Hurdaya satıldı | |
Necm-i Şevket 1965-1909 | Zırhlı Korvet | 1x 229mm Top 4x178mm Top | 22556 ton 152mm 66 metre | Depo gemisi | |
Lütf-i Celil 1965-1909 | Zırhlı Korvet | 2x225mm Top 2x 178mm Top | 2800 ton 140mm 64 metre | Rus Topçusu batırdı | |
Hıfzur-rahman 1965-1909 | Zırhlı Korvet | 2x225mm Top 2x 178mm Top | 2800 ton 140mm 64 metre | 1909 Hurdaya satıldı | |
Avnillah 1965-1909 | Zırhlı Korvet | 4x 228 mm Top | 2604 ton 152 mm 69 metre | İtalya tarafından batırıldı | |
Muin-i Zafer 1965-1909 | Zırhlı Korvet | 4x 228 mm Top | 2604 ton 152 mm 69 metre | Hurdaya ayrıldı | |
Fethi Bülend 1870-1912 | Zırhlı Korvet | 4×229 mm Top | 2762 ton 229mm 72 metre | Yunan torpiliyle batırıldı | |
Mukaddemei hayır 1870-1912 | Zırhlı Korvet | 4×229 mm Top | 2762 ton 229mm 72 metre | İzmir’de parçalandı | |
İclaliye 1870-1912 | Zırhlı Korvet | 2x228mm Top 3x178mm Top | 2456ton 152mm 66 metre | Gölcük’te parçalandı | |
Feth-ül İslam 1865-1908 | Zırhlı Duba | – | – | Hurdaya çıktı | |
İşkodra 1865-1877 | Zırhlı Duba | – | – | Ruslar tarafından ele geçirdi | |
Podgoriçe 1865-1886 | Zırhlı Duba | – | – | Ruslar tarafından ele geçirdi | |
Böğürtlen 1865-1877 | Zırhlı Duba | – | – | Hurdaya çıktı | |
Semendire Memduhiye 1865-1909 | Zırhlı Duba | – | – | Hurdaya çıktı | |
Hizber 1876-1909 | Zırhlı Duba | – | – | 1991’de hurdaya satıldı | |
Seyfi 1876-1877 | Zırhlı Duba | – | – | Rus torpiliyle batırıldı | |
Ertuğrul 1864-1890 | Fırkateyn | 8x 15cm Top 5x 150ıb Top 10x ek Top 2x torpido | 2300 ton 79 metre | Japonya’da battı | |
Hüdavendigâr 1864-1890 | Fırkateyn | – | 2900 ton | 1909’da satıldı | |
Nasr-ül Aziz 1865-1876 | Fırkateyn | – | – | Pakus’ta battı | |
Peyk-i Meserret 1876-1889 | Fırkateyn | – | – | Kefken açıklarında battı | |
Peyk-i Nusret 1877-1904 | Fırkateyn | – | – | – | |
Mukaddeme-i Şerif 1876-1904 | Fırkateyn | – | – | – | |
Zuhaf | Korvet | ||||
Utarit 1864-1896 | Korvet | – | – | Parçalandı | |
Meriç 1864-1905 | Korvet | – | – | Satıldı | |
Mansure 1864-1908 | Korvet | – | – | Haliç’te battı | |
Lübnan 1864-1867 | Korvet | – | – | Milo açıklarında battı | |
Muzaffer 1864-1908 | Korvet | – | – | Parçalandı |
Tabloda da görülebileceği üzere donanmaya dâhil edilen gemiler Torpidolardan küçük-büyük toplara kadar farklı silahlara sahipti. Önemli bölümünü zırhlı savaş gemilerinin oluşturduğu bu yeni filo çok ciddi bir güç çarpanı olmuştu. Bu filoda göze çarpan bazı özel gemiler mevcut idi. Bunlar; Fatih, Mesudiye, Mahmudiye, Hamidiye zırhlı gemileriyle Osmaniye sınıfının üyeleri Osmaniye, Aziziye, Orhaniye ve Mahmudiye gemileriydi.
Fatih, Mesudiye, Mahmudiye, Hamidiye zırhlı gemileri İngiliz Thames Ironworks şirketi tarafından Londra’da kızağa çekilerek inşa edilmiş gemilerdi. Bu gemilerden Fatih, 1864 yılında sipariş edilmiş, Mesudiye, Mahmudiye, Hamidiye ise 1871 yılında sipariş edilmişti. Her ne kadar Fatih gemisi suya indirildiği 1868 yılından bir sene evvel Prusya’ya satılarak SMS Konig Wilhelm adıyla Prusya’ya hizmete girdiğinden Osmanlı Donanmasına hizmet etmemiş olsa da Mesudiye, Mahmudiye, Hamidiye gemileri sırayla denize indirilmiş, Osmanlı donanmasına teslim edilmişti.
Bu gemilerin deplasman ağırlıkları neredeyse 10.000 tona varıyordu. Bu tonaj onları oldukça ciddi bir gemi yapmaya yeterdi. 101 metre uzunluğundaki gemiler 18 metre kadar genişliğe ve 8 metre su çekimine sahipti (Değerler yuvarlanmıştır). Gemiler 8 kazandan elde edilen enerjiyle çalışan 5500 kw’lik motorlarla hareket ediyordu. Bu motorlar gemileri 25 km/h kadar hıza ulaştırabilmekteydi. 700 mürettebatın bulunduğu gemilerde silah donanımı olarak da 178mm’den 254 mm’ye kadar 15 büyük top vardı. Bu güçlü gemilerden Hamidiye ve Mahmudiye 20. Yüzyılın ilk yıllarında hurdaya ayrılmış, Mesudiye ise Osmanlı Karadeniz Filosu Amiral Gemisi olarak tarihte önemli muharebe izleri bırakmıştı. 13 Aralık 1914’te Çanakkale’de İngiltere’ye ait HMS B-11 denizaltısı tarafından batırılmıştı.
Osmanlı Donanması bu heybetli gemilerle güçlendirilmişti. Satın alınan ve inşa edilen gemiler uzun yıllar Osmanlı’ya hizmet etmiş ve 1. Dünya savaşı dahil çok muharebede boy göstererek düşmana zayiat verdirmişlerdi. Elbette gemilerin sonu ekonomik buhranda olan Türk devletleri için hurdaya satılmaktan öteye gitmemişti.
Şimdi Gelelim kurulan donanmanın Sultan Abdülaziz Döneminde ne kadar aktif olduğuna.
Donanma yüksek teknolojiyle inşa edilmiş gemilerden mücehhez olsa da birçok noktada ciddi zaafları mevcut idi. Öncelikle yukarıda tuttuğu kayıtlara başvurduğumuz Nutki Paşa’nın kayıtlarından yola çıkarak donanmadaki askeri yeterliliğe değinmeliyiz.
Nutki Paşa henüz mezun olup donanmaya katıldığında Donanmanın dışarıdan ihtişamlı, heybetli ve kudretli göründüğünü belirtmiştir. Öyle ki İngiliz sefirinin Osmanlı Sadrazamına,
“Bu kadar büyük bir donanmayı ne yapacaksınız? Rusya’ya ise fazladır. Rus donanmasından birkaç defa üstün bir donanma meydana getirdiniz. İngiltere’ye karşı ise İngiliz donanmasına yetişebilmeniz imkan haricindedir.” Dediği bilinmektedir.
Ancak atamasının yapıldığı ilk günde hayal kırıklığı ile bu izlenimi yitirdiğinden bahsetmişti. Dile getirdiği sorunların başında subay lokantaları vardır. Nutki Bey’e göre subay lokantalarındaki ödenekler kesiliyor, subaylar kendi yiyecek ihtiyaçlarını kendileri dışarıdan temin ediyorlardı. Bununla birlikte subayların ve eratın da maaşları gününde ve tam olarak verilmemekteydi. Diğer bir sorun da gemilerin iaşe disipliniydi. Normalde gemiler seyre çıkmadan evvel seyir planlaması yapılır ve ihtiyaçlar belirlenerek temin edilirdi. Ancak dönemin Osmanlı Donanmasında bilgisizlik, sorumsuzluk ve maddi zorluklardan dolayı gemilerde ihtiyaçlar hesaplanmıyor, hesaplananlar da yeteri kadar temin edilemiyordu.
Öyle ki gemiler henüz seyirdeyken personelin peksimetleri ve geminin kömürü tükenmiş olabiliyordu. Bir eğitim seferine katılan Nutki Bey’in de başına bu olay gelmişti. Erzak ve kömür tükenmiş, eksik levazımat ancak yardıma gelen bir Mısır vapurundan giderilebilmişti. Kömür temin etmek için rota üzerinde belirledikleri Tor limanında ise stok yetersizliği yüzünden epey süre beklemek zorunda kalınmıştı. Daha sonraları 1875 yılında ikinci orduyu Vidin’e sevk eden vapurlar da kömürsüz kaldığından sevk işlemi gerçekleştirilememişti.
Donanmadaki eğitimsizlik ve disiplinsizlik de Nutki Bey’in kayıtlarında yer bulmuştur. Kayıtlara göre gemilerdeki subaylar erata “oğlum” şeklinde hitap ediyordu. Erat da subaylara “baba” diye seslenmekteydi. Resmi ve disiplinden uzak olan bu hal aslında Türk korsan denizciliğinin tesirinin hala devam etmekte olduğunu göstermekteydi. Subay ve erat arasındaki bu iletişimin bir sebebi de aslen denizcilerin hala kendilerini resmi, maaşlı ve kadrolu askerler olarak değil Sultan’ın koruyucu kulları olarak görmeleriydi. Bu tutum erlerin subaylara karşı bazen sorumsuz davranmalarına da yol açıyordu.
Gemilerde düzenli ve programlı eğitim yoktu. Erler keyiflerine göre şahsi halde eğitim yapıyor yahut yapmıyorlardı. Eğitimde kullanılması gereken teçhizat da temin edilmediğinden bu eğitimler kuru gürültüden öteye gitmiyordu.
Özetlemek gerekirse; Sultan Abdülaziz Han çok büyük emek sarf ederek son derece modern gemilerden büyük bir donanma oluşturmuştu. Bu donanma ile pek çok görev ifa edip amaca ulaşmak mümkündü. Hatta öyle ki bu donanma kurulurken temin edilen gemiler çok sonraları Trablusgarp savaşında, Balkan savaşlarında ve 1. Dünya Savaşında faydalar göstermişti. Ancak Donanma sadece gemi yönünden güçlendirildiğinden, en az gemiler kadar kritik olan altyapı, eğitim ve personelin gelişimine yeterli önem verilmediğinden istenilen nitelikte bir deniz gücüne evrilememişti.
Bununla birlikte bu dönemde alınan gemiler hiçbir stratejiye dayanmıyordu! Bu sebeple aslında oluşturulan bir donanma değil gemi müzesiydi. Akdeniz’de tekrar boy göstermek mi? Yoksa Karadeniz’i tekrar Türk gölü yapmak mı? Ege’de ki mevcut varlığı korumak mıydı amaç? Kurulan donanmanın aslında politik bir amacı olmadığından bir başarısı da olmamıştı. Sultan Abdülaziz döneminde büyük çaplı hiçbir savaşa girilmemiş, gemiler benim diyeceği hiçbir muharebede kullanılmamıştı.
“Peki bu donanma o dönem ne işe yaradı?” diye sorarsanız verilecek cevap Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilişinde gizlidir. Evet, Sultan’ın kurduğu donanma kendisine yapılan ihtilalde önemli bir rol oynamıştı. Dolmabahçe sarayı karadan kuşatılmışken Sultan’ın denizden kaçma ihtimaline karşın da darbecilerce kendi inşa ettirdiği gemilerle kuşatılmıştı. Bu darbe neticesinde Sultan tahttan indirilmiş, Dolmabahçe sarayı yağmalanmıştı. Sultan Feriye sarayında tutsak edilmiş, üç gün sonra da iki bileği de kesilmişti. Bir Osmanlı Padişahı Katledilmişti! Şehit Sultan Abdülaziz Han’a selam olsun!
Bu yazının da sonuna gelmiş bulunuyoruz. Görüş, yorum ve eleştirilerinizi esirgemeyiniz. Serinin bir sonraki bölümü Sultan Abdülhamid Han dönemi Osmanlı Donanması olacaktır. Abdülhamid gerçekten Osmanlı donanmasını Haliç’te Çürüttü mü?