Çarpışmaktan, savaşmaktan başka çareniz kalmamışsa, uygulayacağınız strateji “ölüm tarlası” diğer adıyla “ümitsiz arazi” stratejisidir.
Sun Tzu der ki: “Askerlerini kaçışın olanaksız olduğu noktaları sür ki, ölesiye savaşsınlar. Ölümle karşı karşıya olan bir askerin beceremeyeceği iş yoktur. Ölüm tehlikesi ile karşı karşıya olan askerler de subaylar da güçlerinin zirvesine çıkarlar.”
Bir komutanın askerini öldürtmeye yollaması ruha korkunç gelebilir ancak olayın aslı böyle değildir. Eğer askerin bir umudu varsa muharebe esnasında savaşa konsantre olamayacaktır. Bu sebeple, askeri umudunu yitireceği yerlere sür ki ölümden başka çaresinin kalmadığını anlasın. Sadece öldürmek ve kendisini hayatta tutmak için savaşsın. İşte o zaman savaşa konsantre olacaktır, gücünün zirvesine ulaşacaktır. Konuyu biraz daha açmak gerekirse: Savaşta asker tüm gücünü kullanmaz. Bu nedenle ölüme sürükleyip savaşın ciddiyetini anlamasını sağlamamız gerekiyor. Ahmet Muhtar Paşa’nın Zivin Muharebesi örneğini incelemeye başlayalım:
Zivin muharebesi sırasında Muhtar Paşa’nın çok az askeri vardı ve erzağı yetersizdi. Hal böyle olunca, Paşa derhal Erzurum’a gitti ve oradan askerler, erzaklar topladı; tekrardan Zivin’e döndü. Fakat bu askerlerin ne talimi, ne tecrübesi, ne de vasfı vardı. Ancak bir avantaj vardı: Ahmet Paşa tecrübesinden dolayı askerlik psikolojisine de hakimdi. Öncelikle muharebe sahasında düşmanı keklik gibi avlayacak bir mevzi bulmuştu, askerlerini oraya yerleştirecekti. Ama Nasıl? Askerler acemi olduğu için, Ahmet Paşa, kaçacaklarını ve siperden kalkmayacaklarını tahmin etmişti. Mevziiyi dağ yamacına aldırdı ki askerler geriye dönmenin zor olduğunu düşünüp kaçmaktan vazgeçsin.
Siperleri ise sadece diz boyu kazdırıp, erlerini düşmanı görecek biçimde yerleştirdi. Rus ordusu her halükârda Osmanlı Ordusundan üstündü ama onlarda bir şey eksikti: Savaşma azmi. Evet, Ahmet Paşa, acemi askerlerini ölüm tarlasına sürmüştü, buna mecburdu. Çünkü Ruslar karşısında hiçbir üstünlüğü olmasa bile en azından moral üstünlüğünü sağlamış oldu. Bilin bakalım sonra ne oldu? Rus ordusu binlerce kayıp verip geri çekildi. Sonuç: “Kesin Osmanlı Zaferi”.
Aynı durum Çanakkale Savaşında da yaşanmıştır. Osmanlı Ordusundan hem nitelik hem de nicelik olarak üstün olan İtilaf Devletleri Çanakkale’de büyük bir yenilgi almıştır. Fakat dikkat ederseniz Trablusgarp ve Arap Yarımadasındaki topraklarımızı çok kolayca kaybetmiştik. Bunun sebebi bıçağın kemiğe dayanmamış olmasıydı. Afrika ve Arap Yarımadasındaki topraklarımız “ekstra” olarak görülüyordu. Haliyle o bölgelerde savaşan askerlerimizin motivasyonu düşüktü. Çünkü anavatan olan Anadolu toprakları dimdik ayaktaydı. Savaş sonrası askerler memleketlerine ve sevdiklerine dönebileceklerdi… Lakin Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında askerin geri gidecek, dönecek hiçbir yeri yoktu. Bu sebeple büyük başarılar elde edilmiştir.
Velhasıl; Sun Tzu’nun bu ölüm tarlası teorisine karşı çıkanlar da var. Bu karşı görüşe göre ise; bir asker umudu ve yaşama sevinci olduğu zaman daha iyi çarpışır. Söz gelimi sevdiği insanlar, ailesi ve savaştan sonraki refah içinde bir hayat arzusu askeri daha mücadeleci yapar. Ancak bu sefer de asker kendini ölüme atmaz ve tehlikeli görevlere çıkmak istemezdi. Bu da savaşın seyrini olumsuz yönde etkileyebilir.
Tarih boyunca asker psikolojisinin ana tartışma konularından olan bu konu hakkında siz neler düşünüyorsunuz? Sizce kaybedecek çok şeyi olan asker mi daha iyi mücadele eder? Yoksa kaybedecek bir şeyi olmayan asker mi daha iyi mücadele eder?