“Donanmalar Çarpışıyor” serimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Çeşme baskınından Cezayirli Hasan Paşa’ya; Navarin Faciasından Mahmudiye Kalyonuna ele aldığımız Osmanlı Donanmasının köşe taşlarına bir tane daha ekliyoruz. Bu sefer Sinop’ta, Karadeniz’in serin sularına açılıyoruz. Rus Donanmasının Karadeniz’de yaptığı Sinop Baskını’nı konu alacağız.
Seriyi kronolojik olarak okumanızda fayda görüyorum, diğer yazılara erişim için;
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 1: Deryada Hilal Taktiği/ Koyun Adaları Savaşı!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 2: Gölgede Kalmış Müthiş Zafer, Sapienza!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 3: Barbaros Preveze’de Haçlı Avında!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 4: Türklerin Akdeniz’de Son Zaferi, Cerbe!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 5: İnebahtı Faciasının Görünmeyen Yüzü
- Yazı –>Donanmalar Çarpışıyor 6: Yarı Ölü Mezamorta Paşa’nın 8 Zaferi!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 7: Osmanlı Donanması Çeşme’de Yok Oluyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 8: Osmanlı Donanması İntikam Arıyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 9: Türk Donanması Navarin’de Katlediliyor!
- Yazı ->Donanmalar Çarpışıyor 10: Mahmudiye Efsanesi Doğuyor!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 11: Sinop Baskını ve Rus Kalleşliği!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 12: Abdülaziz’in Donanma Enkazı!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 13: Gemileri Çürütmek yahut Yeniden Var Etmek!
- Yazı-> Donanmalar Çarpışıyor 14: Balkan Savaşında Türk Donanmasının Karnesi!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 15: Akın Harekatı ve Hamidiye Efsanesi!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 16: Yavuz/Midilli Efsanesi ve Gözyaşları!
- Yazı->Donanmalar Çarpışıyor 17: Rus Kasığına Atılan Tekme, KARADENİZ BASKINI!
Hazır iseniz direkleri çözün, demir alın, mürettebat yerlerine ve yelkenler fora!
Malum olduğu üzere Navarin Baskınından sonra Osmanlı yepyeni bir donanma inşa etmişti. Aradan geçen süreçte devasa gemilere sahip olan Osmanlı imparatorluğu, Rusya ile tekrar savaşın eşiğine gelmişti. Rusların sıcak denizlere inme politikası doğrultusunda zaten istedikleri yegâne şey esasen bu değil miydi? PanSlavizm politikalarının da etkisiyle Rus elçisi Aleksandr Mençikof Osmanlı sarayına gelerek çok ağır isteklerde bulunmuş, istekleri reddedilince de tehditler savurarak cüretkâr bir tutum içerisinde bulunmuştur. İsteklerinin reddedildiğini öğrenen Rus yönetimi de hem isteklerinin reddedilmesiyle hem de İngiliz-Fransız savaş gemilerinin Çanakkale boğazının güneyinde Beşike’ye demirlemesini bahane ederek savaş ilanına bile gerek görmeden Eflak ve Boğdan’ı işgale girişmişti.
Bu duruma karşın laubalilikle saldırı değil gerekli bir savunma manevrası olarak izahat veriyorlardı. 1853 yılında ekim ayının 15’inde Osmanlı, Rus tarafına nota vererek bölgeyi tasfiye etmesini istemişti. Rusya bu duruma yanaşmayınca da savaş fiilen başlamıştı. Osmanlı elbette bu savaşın ilanıyla birlikte sıkı tedbirler almıştı. Hünkar İskelesi anlaşmasıyla Rus tarafında açılan boğazlar kapatılmış ve tahkim edilmiş, Silistre, Rusçuk ve Vidin kaleleri güçlendirilerek savaşa hazır hale getirilmişti. Savaşın iki cephede vuku bulması öngörülmüştü. Birinci cephe balkanlardı. İkinci cephe ise Batum ve Kafkasya idi. Kafkasya cephesi için de Erzurum, Kars ve Trabzon birlikleri güçlendirilmiş ve bölgeye sahra topları gönderilmişti. Çatışma öncesi birlikler derhal toplanmış ve ihtiyaçlar doğrultusunda barut ve top ocakları gün boyu mesai yaparak eksikleri gidermeye başlamıştı.
Balkanlarda çatışmalar başlamışken Osmanlı ordusu ivedilikle başarılar elde etmişti. Bölgedeki hızın kesilmemesi için kimseye fark ettirilmeden 60 bin asker deniz yoluyla bölgeye intikal ettirilmişti. Bunun yanında Mısır Hidivliğinden 5 binin üzerinde asker getirilerek o dönem 75 savaş gemisinde 14 bin kadar askeri olan Osmanlı Donanması da güçlendirilmiş, 87 savaş gemisinde 20 bin askeri bulmuştu. Rusya savaşı tutuşturan, Osmanlı’yı kışkırtan taraf olarak yenilemezdi, yenilmemeliydi. Aksi halde masada çok ağır şartları kabul etmek zorunda kalırlardı. Ruslar bu durum karşısında üstünlüğü ele geçirmek için büyük bir darbe vurmaya karar kılmışlardı. Rusya bu ciddi darbeyi nasıl vuracakları üzerinde alternatifler ararken kendileri için çok müthiş bir fırsat bulmuşlardı…
Osmanlı tarafında ise hükümet hararetle çalışmaktaydı. Başa bela olmuş Rusya ile tekrar savaşa tutuşmuş olmanın tedirginliği de vardı. Bu cenap millet Osmanlı’yı çok uğraştırmıştı. Bir taraftan da Osmanlı hiçbir savaş hali olmasa dahi çok zor durumdaydı. Ekonomik sıkıntılar ağır gelmeye başlamış, sistemdeki çatırtıların sonuçları hâsıl olmayadurmuştu. Neyse ki Osmanlı ordusu balkanlarda iyi başlamıştı. Ruslar mevzilerinde tutunamamış, geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Kalafat, Türk birliklerince kurtarılmıştı. Kafkasya cephesi de asla göz ardı edilemezdi.
Osmanlı hükümeti bölgedeki ordularla lojistik ağ kurmak için Karadeniz’de deniz gücü tutmayı düşünmüştü. Bahriye Nazırlığı Rus Donanmasının faaliyetlerine karşı Donanmayı karakol görevi için Karadeniz’de filolar gönderse de sabit bir güç tutmuyordu. Bu konuyla alakalı kabine ve Bab-ı Ali meclisi toplanmış, toplantıya bahriye nazırları ve paşalar da çağrılmıştı. Meclis üyeleri ve kabine inşa edilen donanmanın küçük bir kolunu bu vazifeye koşmayı teklif etmişti. Öneriye göre askeri gemiler Sinop limanında bulunarak Osmanlı gemilerininin güvenliğini sağlayacaktı. Ancak Donanma büyükleri bu fikre keskin çizgilerle karşı çıkmıştı. Karadeniz’de bulunan Rus donanma gücü söz konusuyken küçük bir filotilla görevlendirmek o filoyu yem olarak kullanmaktan farksızdı.
En nihayetinde tartışmalar bitmiş ve hükümetin teklifinde karar kılınmıştı. Kafkasya cephesi için deniz yolu ile seferler düzenlenecekti. Bu vazife için Patrona (Koramiral) Mustafa Paşa görevlendirilmiş ve 6 yük gemisinden oluşan bir filo omuzlarına yüklenmişti. Patrona Osman Paşa’nın emrine de 7’si fırkateyn, 3’ü korvet ve 2 buharlı vapurdan oluşan 12 gemilik bir filo verilmişti. Verilen görev tanımına göre bu 12 gemi Sinop limanında bulunmak üzere liman ile Amasra arasında devriyeler atarak sahilin güvenliğini sağlayacaktı.
Gün gelmişti ve Mustafa Paşa’nın 6 gemilik yük filosu yola çıkmış, Batum’a vararak taşıdığı yükü teslim etmişti. Ardından 5 Kasım 1853’te Osman Paşa emrindeki 12 savaş gemisiyle Boğazdan ayrılarak Sinop limanına doğru yelken basmıştı. Filo, rota üzerindeyken Amasra dolaylarında ilk devriye görevini icra etmişti. Akabinde Karadeniz’in hırçın dalgaları köpürmüş ve fırtına başlamıştı. Sahillerden fazla açılmayan filo ikiye bölünmüş ve kollar arasında irtibat kopmuştu. Birbirlerinden ayrılmak zorunda kalan filoların ilk kolu 13 Kasım günü Sinop limanına varmıştı. İkinci kol ise Gerze limanında demirlemiş ve fırtınanın dinmesini beklemişti. Fırtınanın dinmesiyle birlikte ilk koldan birkaç gün sonra Sinop limanına ulaşmıştı.
Fırtınada hırpalanan gemiler ve mürettebat dinlenmeye çekilmişken Batum limanına giden Mustafa Paşa filosu geri yola düşmüş ve Sinop limanına uğramıştı. Götürdüğü mühimmatların da faydasıyla Kafkasya cephesinde de Şevketil kalesi ele geçirilmişti. Patrona Mustafa Paşa burada Sinop limanını incelemeye almış ve rapor tutmaya başlamıştı. Rapora göre limanın hali içler acısıydı. Stratejik olarak kıyı bataryalarıyla korunduğundan iyi bir liman olmasına rağmen Sinop’ta yeterli barut stoğu bulunmuyordu. Ayrıca limanı saran burunda 5 kıyı savunma bataryası vardı ancak bu bataryalardan 3’ü çok eski ve bakımsızdı. Öyle ki bu 3 bataryada bulunan toplar Cenevizlerden kalmaydı. Yani takriben 200 yıllık toplardı! Osmanlı Donanması Akdeniz ve aşırı sorunlarla boğuşurken Karadeniz hep ihmal edilmişti ve bu kıyı bataryaları Karadeniz Rus filosuna karşı ne kadar dinamik olabilirdi? Mustafa Paşa Nil vapuruyla raporunu İstanbul hükümetine götürürmek için Taif ve Ereğli vapurlarını Sinop limanında demirli bırakarak Payitahta dönmüştü. Patrona Osman Paşa ve filosu limanda usulca yatmaya koyulmuştu.
Sinop’ta kılıçlar çekiliyor…
Filo Sinop limanında yatarken Karadeniz Rus filosu kaptanı Amiral Pavel Stepanoviç Nakhimov, Rus ordusunun balkan ve Kafkasya cephelerinde yere çalınan onurunu kurtarmayı planlamıştı. Bu zeki ve cevval amiral masa başında uzun uzun düşünmüş ve galibiyetin Karadeniz’de olması gerektiğine karar vermişti. Akdeniz’de İngiliz ve Fransızlar vardı, Rusya onları karşısına almak istemezdi. Amiral, Rus Sivastopol limanının Sinop limanına olan mesafesini 186 deniz mili (300km) olarak hesaplamıştı. Bu Nakhimov için bulunmaz nimetti. Sinop limanı bir baskın halinde 310 deniz mili (500km) uzaklıktaki İstanbul’dan yardım alamazdı. Nakhimov ellerini oğuşturmuş olmalıydı, Sinop’u balyozun indirileceği, Osmanlı’nın tüm moralinin mahvedileceği kurt ini olarak seçmişti.
Demirli halde bekleyen Osmanlı filosu hışımla fırtınalı denizde 10 mil kadar açıkta Rus keşif kolunu tespit etmiş ve derhal İstanbul’a bildirmişti. Osmanlı bahriye nazırlarının haklı olabileceğini düşünmeye başlayan Bab-ı Ali hükümeti bir baskın durumuna karşı bölgeye gönderilen filotillanın İstanbul’a geri çekilmesini konuşmaya başlamıştı. Bu durumda kurtuluş için iki ihtimal vardı. Ya Filo sığ sulardan düşmanla karşılaşmadan boğaza ulaşır ya da karşılaşsa bile daha süratli hareket ederek boğaza sağ salim varabilirdi. Bu iki durumun dışında kalan ihtimal ise açık sularda düşman Osmanlı filosunu manevra yapamaz halde yakalar ve bir deniz cengi olurdu. Ki bu küçücük donanma kolu için çok ciddi riskti. Karar filo kaptanı Patrona Osman Paşa’ya bırakılmıştı. Osman Paşa ihtimalleri ölçmüş tartmış, fırtınalı denizde eğitimsiz, deneyimsiz denizcilerle büyük Rus filosuna karşı savaşmaktansa limanda demirli halde savaşmayı tercih etmişti.
Nihayet keşif kolunun Osmanlı filosunu limanda tespit ettiğini haber alan Nakhimov 19 Kasım’da fırtınalı denize rağmen filosunu sefere çıkartmış ve açık sulardan Sinop’a ulaşmıştı. Osmanlı filosunu limanda gören Nakhimov emrindeki 11 geminin fırtınada hasar gören 3’ünü Sivastopol’a göndermiş, kalan 8 gemiyi limandan çıkışı engelleyecek şekilde demirleterek Osmanlı filosunun kaçış ihtimallerini sıfıra düşürmüştü. Nakhimov, planlarındaki avını avcuna düşürmüştü ve liman ağzında fırtınanın dinmesini beklemeye koyulmuştu.
Osmanlı tarafındaysa müthiş bir panik vardı. Karşılarına dizilmiş çoğu devasa hat gemisinden oluşan filo avını gözleyen kurt gibi bekliyordu. Osmanlı gemicileri için denizden kaçış yolu kapanmıştı. Gemileri karaya oturtarak yahut batırarak karadan kaçmaksa hayatta kalmak için yeterdi ancak Türk askerinin şerefine, cesaretine halel getirirdi. Öyle olmasa neden denizci olmuşlardı ki? Kalan son durum ise çarpışmaktı. Karşılarındaki kendilerinden birkaç gömlek fazla donanmaya karşı umutsuz bir çarpışma!
Osman Paşa donanmasını savaş durumuna sokmuştu. Filo, kıyıya paralel yarım daire formasyonunda 1500 kulaç (2.7km) alanı kaplar şekilde pozisyon almıştı. Bu şekilde kıyıya yakın dizilmenin avantajı kıyıya konuşlu toplar tarafından korunabilir olmaktı. Diziliş formasyonundaki hata ise tam arkalarında kalan bataryanın önü Osmanlı gemilerince kapanmıştı ve hiç ateş edemeyecekti.
28 Kasım günü Rus filosunun amirali Nakhimov, Sivastopol’a gönderdiği 3 gemiye karşılık Fyodor Novosilsky komutasında kendisine katılan 3 hat gemisiyle elini daha da güçlendirmişti. Filosuna katılan bu 3 gemiden biri 120 topluk devasa bir hat gemisiydi. Bu gelişmeyle birlikte Nakhimov artık beklemenin gereksiz olduğuna ve saldırı vaktinin geldiğine kanaat getirmişti. Yaklaşmaktaydı yaklaşmakta olan…
Rus filosu en önde bayrak gemisi İmperatritsa Maria olduğu halde ok düzeninde limana giriş yapmaya başlamıştı. Nakhimov’un planının ilk safhasında Rus gemileri demirli halde kendilerini bekleyen Osmanlı filosunun tam karşısına dizilecek ve Osmanlı gemilerini hareketsiz bırakacaktı. Ardından silahlar konuşmaya başlayacaktı. Kimin gemileri, topları ve denizcileri daha üstün ise bu limandan sağ çıkan o olacaktı. Rus gemileri sırayla Osmanlı savaş gemilerini karşısına alacak şekilde iki sütun halinde dizilimi Nakhimov’un talimatnamesine göre demirleyerek bitirdiler. Nakhimov’un amiral gemisi İmperatritsa Maria tam da Osmanlı filo kaptanı Patrona Osman Paşa’nın gemisi Avnullah’ın karşısına duvar gibi dikilmişti. Ruslar önce toplarla dövmeyi ardından yanaşmayı planlamışlardı. Tam bu noktada Osmanlı tebaasının moralini bozan bir de hadise vuku bulmuştu. Sinop valisi Hüseyin Paşa Rus gemilerinin limanı kapatması üzerine tasını tarağını seçmece doru atlarına yükletmiş, toparlanıp bölgeyi terk ederek daha iç kesimlere kaçmıştı.
Savaş çanları çalmaya başlamışken dizilimi ve filoların durumunu göz önüne alalım.
Gemi Kimliği | Top Sayısı | Gemi Sınıfı |
İmperatritsa Maria | 84 | Hat Gemisi |
Velikiy Knyaz Konstantin | 120 | Hat Gemisi |
Tri Sviatitelia | 120 | Hat Gemisi |
Parizh | 120 | Hat Gemisi |
Chesma | 84 | Hat Gemisi |
Rostislav | 84 | Hat Gemisi |
Kulevtcha | 54 | Fırkateyn |
Kagul | 44 | Fırkateyn |
Odessa | 4 | Vapur |
Krym | 4 | Vapur |
Khersones | 4 | Vapur |
Genel olarak değerlendirdiğimizde Rus filosunun gemileri nicelik bakımından Osmanlı filosundan 1 gemi düşüktü. Ancak nitelik olarak Osmanlı gemilerine nazaran fersah fersah üstündü. Hat gemilerinin ağırlıkta olması çok ciddi bir fark yaratıyordu zira bu gemileri tahrip ederek saf dışı bırakmak için epey güçlü silahlar gerekirdi. Vapurların çok düşük silah kapasitesine bakarsak bu 3 vapurun çatışma görevi değil karakol ve keşif görevi üstlendiğini söyleyebiliriz. Fırkateynlere gelince de sayıca az olmalarına ve top sayısı bakımıdan Osmanlı fırkateynlerine denk sayılabilirler.
Buna karşılık Rus filolarında çok ciddi, muazzam bir fark vardı. Bu elbette Osmanlıların farkında olmadığı bir şeydi. Rus filosundaki 11 gemi, 18-24-28-68 pound (8-10-12-30 kg) çeşitleriyle 722 top taşımaktaydı. Bu sayede küçük, atik ve çevik gemilerden büyük hat gemilerine kadar her türlü hedefi ateş altına alıp tahrip edebilme yeteneğine sahiplerdi. Ayrıca tarih sahnesine yeni bir silah da çıkmak üzereydi. Rus savaş makineleri bu savaşta toplarından klasik taş, çelik ve bronz gülleler yerine içi patlayıcı dolu, düştüğü yerde yangın çıkartan ve standart güllelere nazaran çok fazla tahribat oluşturan humbara gülleleri ile donanmıştı. Sinop baskını tarihte ilk kez patlayıcılı humbara güllelerinin kullanıldığı savaştır. Bu faktör, savaşın daha ilk safhasından itibaren benim diyecekti.
Gemi Kimliği | Top Sayısı | Gemi Sınıfı |
Avnullah | 44 | Fırkateyn |
Fazlullah | 44 | Fırkateyn |
Nizamiye | 62 | Fırkateyn |
Nesim–i Zafer | 60 | Fırkateyn |
Navek-i Bahri | 58 | Fırkateyn |
Dimyad | 56 | Fırkateyn |
Kaaid-i Zafer | 54 | Fırkateyn |
Necm-i Efşan | 24 | Korvet |
Feyz-i Mabud | 24 | Korvet |
Gül-i Sefid | 22 | Korvet |
Taif | 30 | Vapur |
Ereğli | 10 | Vapur |
Osmanlı filotillası da tabloda görüldüğü üzere nicelik bakımından Rus filosundan üstündü. Elbette bu üstünlük sadece gemi sayısı ve ev sahibi olmaktan ibaretti. Bunun dışında bir üstünlükten bahsetmek mümkün değildi. Filodaki 12 gemide toplam 488 top bulunmaktaydı. Bu toplar da elbette farklı kalibre ve ağırlıklardaydı ancak Osmanlı filosundaki en ağır top 24 poundu geçmiyordu. Bu düşük ateş gücü ile de Rus filosundaki dev hat gemilerini darbelemek pek mümkün olmayacaktı. Ayrıca bu işin bir de nitelik boyutu vardı. Filo kaptanı Patrona Osman Paşa Sinop Limanı’nı çevreleyen kıyı bataryalarına kısmen de olsa bel bağlamıştı. Bu bataryaların harika durumu (!) ise kendisini muharebenin ilk dakikalarında belli edecekti.
Savaş başlıyor…
Amiral Nakhimov, komuta ettiği İmperatritsa Maria ile limanın içlerine dümen kırmıştı. Hemen arkasından Konstansin ve Chesma gemileri onu izlemişti. Bu kol sütunun ana bölümünü oluşturmaktaydı ve limana kuzeybatı yönünden giriş yapmıştı. İkinci kolu ise Fyodor Novosilsky’un filotillası oluşturmaktaydı. Novosilsky de komuta ettiği 120 topluk hat gemisi Parizh ile limandaki Osmanlı gemilerinin doğu kanadına karşılık gelecek şekilde ilerlemişti. Arkasından gelen 2 hat gemisi Rostislav, Tri Sviatitelia da pozisyonlarını tamamlamıştı. Kagul ve Kulectcha Fırkateynleri de daha açıkta bekleyerek kaçmaya tenezzül edebilecek Osmanlı gemilerini karşılamakla görevlendirilmişti. Krym, Odessa ve Khersones gemileri de en geride beklemeye başlamışlardı.
Amiral Nakhimov Osman Paşa’nın Avnullah gemisini tam karşısına almıştı. Tam o anda ilk ateş başlamış ve Nakhimov’un gemisi İmperatritsa Maria’nın bir bordasından ateşlediği toplar birer birer Avnullah’a isabet kaydetmeye başlamıştı. Avnullah ve diğer Osmanlı gemilerinde şok hali vardı. Karşılık vermeye daha fırsat bulamadan Rus gemisinin ateşlediği topların güllelerinin patlama etkisiyle inanılmaz bir tahribat meydana gelmişti. Gemide humbara güllelerinin etkisiyle yangın çıkmış ve gemiyi sabit tutan demir halat kopmuştu. Gemi karaya doğru sürüklenmeye başlamışken yangın ile uğraşan mürettebat gemiyi sürüklenmekten kurtarmaya bakamamıştı bile. Rus gemisi İmperatritsa Maria durmak bilmeksizin toplarını ateşlemeye devam etmişti. Osmanlı gemicileri yangın ve düşman ateşi arasında kalmış, maalesef ki daha ilk ateşten itibaren ciddi kayıp vermeye başlamıştı.
Avnullah’ın karaya oturmasıyla beraber gayrı faal olduğunu tespit eden İmperatritsa Maria düellosunu bitirmişti. Bununla beraber rus filosundaki diğer gemiler de toplarından ateş kusmaya başlamıştı. Görevlendirmeye göre Chesma gemisi kuzeybatı tarafındaki Osmanlı kıyı bataryasını ateş altına almıştı. Bu kıyı bataryası karşılık veremez haldeydi çünkü daha savaşın başında barutsuz kalmıştı. Hemen yanındaki Konstantin de hem Chesma’ya destek vereriyor hem de Necm-i Efşan korveti, Nesim-i Zafer ve Navek-i Bahri Fırkateynleri ile mücadele veriyordu. Ne var ki aynı anda 3 gemiyle mücadele etmenin zorluğu pek de uzun sürmemişti. Çünkü Navek-i Bahri’nin mühimmat deposu infilak etmiş ve gemi havaya uçmuştu. Konstantin’in yanında da İmperatritsa Maria Osman Paşa’nın gemisi Avnullah’ı saf dışı bıraktıktan sonra ateşini Feyz-i Mabud korvetine yoğunlaştırmıştı. Bu 24 topluk Osmanlı gemisinin kendisine karşılık verebilmesine imkan yoktu. Imperatritsa Maria, Feyz-i Mabud ile işi bittiğinde Avnullah’a yanaşmış ve rampa etmişti.
Gemideki askerlerin bir kısmını esir alarak bir kısmını da şehit etmişlerdi. Zapt edilenler arasında filonun amirali Patrona Osman Paşa’da vardı. Birinci sütun bu şekilde mücadele verirken ikinci sütunda İmperatritsa Maria’nın hemendoğusunda Parizh hat gemisi Sinop kalesinin hemen önündeki kıyı tabyasını ateş altına almıştı. Bu kıyı tabyası da aktif değildi zira önünde sıralanmış Osmanlı gemilerini dost ateşi ile batırmak istemiyordu. Parizh kıyı topçusunu vururken aynı zamanda hem Gül-i Sefid korveti hem Dimyad Fırkateynini de söndürmekle meşguldü. Meşguliyeti çabuk hafiflemişti. Navek-i Bahri ‘nin ardından Gül-i Sefid’de batmıştı.
Rus filosunun daha da doğusundaki unsuru da Tri Sviatitelia idi. Bu devasa gemi hem doğu kanadındaki kıyı bataryasını ateş altında tutuyor, hem Kaid-i Zafer hem de Nizamiye fırkateynlerini batırmaya uğraşıyordu. Rus filosunun ucunda Rositslav ise bir taraftan Tri Sviatitelia’ya yardım ederken bir yandan Fazlullah Fırkateynini dövüyordu. Bu dev gemi karşısında duramayacağını anlayan Fazlullah’ın kaptanı Kavaklı Ahmet Bey gemisini terk etmişti. Savaş devam ederken Osmanlı filosu dehşet içinde kalmıştı. Daha ne olduğunu anlamadan gemiler yanmaya ve parçalanmaya başlamıştı.
Birer birer saf dışı kalan gemilerden birinin kaptanı da İmamoğlu Ali Bey idi. Rus patlayıcı dolu güllelerinin gemisine her isabet edişinde İmamoğlu Ali Bey leventlerini grup grup şehit veriyordu. Osmanlı filosunun gemiler ya karaya oturmuş ya batmıştı. Kendi gemisiyle birlikte hala batmamış olan sadece 3 gemi kalmıştı. Ali Bey leventlerini umutsuz bir muharebenin içinde şehit vermeye razı olmamıştı. Leventlerinden Gemiyi terk etmelerini istedi. Her ne kadar denizciler Ali Bey’e kendileriyle beraber gemiyi terk etmelerini söylese de Ali Bey bunu yapmamıştı. Evlatlarına dönüp şu cümleleri sarf etmişti.
‘Sizler vazifenizi sonuna kadar yaptınız, gitmekte serbestsiniz. Ama benim vazifem henüz bitmiş değildir. Bir gemi kumandanı şartlar ne olursa olsun gemisini terk etmez. Ancak gemisi ile mukadderat birliği yaptığı takdirde vazifesini bitirmiş olur’
Son sözlerinin ardından elinde meşalesi ile gemisinin ambarına doğru inmiş ve henüz sağlam duran barut deposuna küçücük bir kıvılcım iliştirmişti. Geminin nasıl bir dehşet ile paramparça olabileceğini anlatmaya dahi lüzum yoktur. Ali Bey, kahramanca Sinop Baskınında şehit olmuştur.
Bu karmaşada en gerilerde, kale önündeki kıyı tabyasının koruması altında bekleyen bir gemi vardı. Sağlam kalan son gemi Taif vapuruydu. Vapur, Rus donanması diğer gemilerle ilgilenirken buhar makinelerine tam güç vermişti. Başarılı bir huruç harekâtına girişmiş ve yelkenli gemilerden çok daha hızlı olduğundan limandan kaçmayı başarmıştı. Bu sırada kendisini engellemesi beklenen Rus buharlı vapurlarını da kısa çarpışmayla atlatmıştı. Sinop’ta ne olduğuna şahit olup hayatta kalarak olanları İstanbul’a iletebilecek son gemiydi.
Rus donanması bir saatlik muharebenin ardından hiçbir mukavemet görmeksizin limandaydı. Batmış gemiler arasında ilerliyor ve denizde kurtarılmayı bekleyen Türk leventlerine bakıyorlardı. Aslen deniz hukukuna göre denizde kurtarılmaya muhtaç denizciler katiyetle öldürülemezler ve kurtarılmaları zorunludur. Ne var ki Ruslar lakaplarını hak eder, söz konusu hayvana (ayı) hakaret edercesine bu hukuku hiçe saymıştı. Rus gemilerinden indirilen filikalar limanın sığ sularına doğru ilerlemişti. Filikaların bir kısmı karaya asker çıkartırken bir kısmı da denizdeki Türk askerlerine yönelmişti. Filikaların kendilerine yaklaştığını gören Türk denizciler kurtarılmayı beklerken Rus denizciler büyük bir şeref noksanlığı sergileyerek Türk denizcilerini üzerlerine yanıcı maddeler dökerek ateşe vermiş, mızrak, kanca ve balyozlarla vurarak şehit etmiş, kendilerine uzak kalanları ise tüfeklerle vurarak öldürmüşlerdi. Yaralılara, esirlere asla merhamet göstermemişlerdi.
Nesim-i Zafer firkateynine yanaşan Rus denizcileri gemiyi zafer nişanesi olarak Rusya’ya götürmeyi arzu etmişlerdi. Gemiyi yedeklerine alıp yüzdürmeyi deneseler de epey su almış ve hırpalanmış olduğundan bunun mümkün olmadığına kani olmuşlardı. Ardından Nesim-i Zafer’i de diğerleri gibi batırmışlardı.
Karaya çıkan Rus birlikleri Müslüman veya Hristiyan Mahallelerini yakıp yıkmaya, karşılaştıkları sivilleri de katletmeye başlamıştı. Sinop’u ateşe veren Ruslar çekildiğinde Sinop kayıpları Müslüman mahallesinde 5 sivil, 7 mescit, 2 mektep, 247 ev, 170+ dükkândan oluşmaktaydı. O dönem Sinop ili kayıtlarında Sinop’ta Müslüman mahallesinin 259 ev ve 224 dükkân olduğu göz önünde tutulursa katliamın boyutu daha iyi anlaşılabilir. Hristiyan mahallesinde ise 16 sivil öldürülmüş, 40 ev ve 50 dükkân yakılmıştı.
Buna karşılık Rus tarafında da kayıplar vardı. Gemilerde yanan yahut batan olmamıştı. Ancak başta İmperatritsa Maria’ 84 isabet ile azımsanmayacak kadar tahribata uğramıştı. Diğer gemilerde de hasar vardı. 33 Rus askeri ölmüş, 250 kadar Rus askeri de yaralanmıştı.
Ruslar Sinop’u kendileri için güvenli hale getirmişlerdi. Bu katliamın kokusu şehirde yayılırken Rus gemileri o geceyi limanda geçirmişti. Gemiler tamir edilmiş ve ertesi gün İstanbul’dan gelebilecek bir yardıma karşı ivedilikle Sivastopol’a ricat edilmişti. Ruslar Sinop’ta ses getirecek, savaşın seyrini değiştirecek bir galibiyet kazanmışlardı. Öyle zannetmişlerdi. Artık gemilerine binip limanı terk edebilirlerdi. Peki, öyle mi olmuştu? Hayır!
Saldırı haberinin İstanbul’a ulaşmasının ardından derhal soruşturma başlatılmıştı. İngiliz-Fransız donanmasının da katılımıyla Sinop’a gidilmiş ve hasar tespit çalışması yapılmıştı. Bu vahşet, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı yanında Kırım savaşına girmesiyle sonuçlanmıştı. Rusya, bu kez yaş tahtaya basmıştı. Kırım savaşı tarihçiler tarafından ilk dünya savaşı olarak da adlandırılır. Osmanlı, İngiltere ve Fransa Rusya’yı yenecek, Sinop’ta denizcilerimizi şehit eden Rus Karadeniz Filosu’da Sivastopol’da yok edilecekti. Bu olayın içinde Mahmudiye Kalyonunun da başını çektiği devasa Osmanlı donanması çok önemli rol oynayacaktı. Kırım savaşıyla ilgili bilgiyi Mahmudiye Kalyonu yazımızda bulabilirsiniz.
Ayrıca Sultan Abdulmecid tarafından Hollanda’da bir madalyon bastırılmıştır. madalyonun bir yüzüne “Abdul – Medjid Khan – Empereur des Ottomans” (Osmanlıların İmparatoru Abdülmecid Han), diğer yüzüne ise Fransızca “Europe, Ils Sont Morts Pour Toi” (Senin için öldüler Avrupa!) ve “Sinope 1853” yazılmıştır.
Sabırla okuduğunuz için minnettarım, yorumlarınızı muhakkak belirtini Donanmalar Çarpışıyor serimizin bir sonraki bölümü Sultan Abdulaziz Han’ın bin bir çabayla kurduğu muazzam büyüklükte Donanma hakkında olacaktır.
Yazar: Tarık KÜÇÜK
Sinop’ta hasar tespit çalışmalarına katılan İngiliz Amirali Adolphus Slade (Müşavir Paşa) ahvali şu ifadelerle anlatmıştır.
“Karaya çıktığımız vakit Sinop’u büyük bir ordunun hücumuna uğramış bir kasaba halinde bulduk. Her tarafı harap ve karmakarışıktı. Fırınlar kapalıydı, yiyecek bulunmuyordu. Bizim gelişimiz intizamı biraz iade eder gibi oldu ve halka bir parça emniyet duygusu verdi. Kasabanın köşe ve bucağındaki Türk deniz subayları ile erlerini topladık ve bunları yapacağımız işlerde kullanmaya başladık. Birçok subayla bin kadar er harp sonrası Anadolu içine çekip gitmişlerdi. Sinop’a varınca ilk işimiz yaralılara bakmak oldu. Harap kahvehanelerde ayrı ayrı derecede yaralı ve hepsi azap içinde yüzden fazla er bulduk. Bir takımları can çekişiyordu, birçoklarının da mermilerle vücutları, yüzleri korkunç surette yaralanmış, azaları kopmuştu. Bunlar toprak üzerine yahut tahta peyklere yataksız, örtüsüz uzatılmış bulunmaktaydılar.
Bir takımlarının yaraları da sarılmamıştı. Yanan gemilerden kurtulmuş iki cerrah bunlara bakıyor, ortada başka cerrah veya doktor görünmüyordu. Bu iki kişi gayretle çalışıyorlarsa da ilaca, alete ve sargıya benzer hiçbir şey olmadığından yaralıların büyük acılarını azaltacak bir şey yapamamakta idiler. Muharebeden sonra altı gün geçmişti. Soğuk kış rüzgârının içeri girmemesi için pencereleri de kapalı tutmak lazım geldiğinden, yaralıların bulundukları yerler dayanılamayacak kadar pis bir hava, fena kokularla doluydu. Gönüllerimiz bu zavallılara yardım için en ateşli duygular ve isteklerle dolu olduğu halde asabımız bu vaziyete adeta dayanamıyordu. Yanımızda bulunan yiğit İngiliz gemicileri, bu hafifleştirilemeyen ve müstahak olmaksızın çekilen yürekler parçalayıcı ıstırap önünde kendilerini tutamayarak ağlıyorlardı. Zavallı Türk deniz erleri, yattıkları yerden beni görünce seviniyorlardı ve -Hoş geldin baba, şimdi kurtulduk diyorlardı.
Yanımda bulunan İngiliz ve Fransız vapurlarının süvarileri, onların bana söyledikleri bu sözleri işitince dayanamadılar, zavallıları vapurlarına alıp İstanbul’a götürmeye razı oldular. Türk deniz erleri bu müjdeyi duyunca sanki yaralarının acısını büsbütün unutmuşlardı. Bu müjde onlara en iyi ilaç tesiri yaptı. İngiliz ve Fransız vapurlarının doktor ve cerrahları ile arkadaşları işe başladılar ve bu hayır işini pekiyi başardılar. Büyücek ısrarlar neticesi yaralılardan bazıları işe yaramaz kol ve ayaklarının kesilmesine razı oldular, lakin bence onlara nafile yere bu eziyeti çektirmesek daha iyi olurdu; ameliyat görenlerin hemen hepsi tetanosa yakalanıp öldü. Onları görenlerden hiçbir kimse, bu pis kahvelerde karşılaştıkları acıklı felaket sahnelerini –harbin insanı ayıltan alametleri olarak- ömürlerinde unutamayacaklardır. Bizim Sinop’a geldiğimiz haberi yayılınca, etraftaki köylerden bir kısım yaralılar getirilmişti. Lakin köylerde başka yaralıların da olduğu söyleniyordu. İki yerli cerrah ve doktorla, iki Türk deniz subayını ve on Türk deniz erini, Sinop’ta kalıp bunlara bakmaya memur ettik ve lazım olan aletleri, sargıları ve ilaçları da verdik. Ertesi akşam Sinop’ta bulunan ve muharebeden kurtulan yaralı- yarasız subay ve deniz erleri- ölüm halinde birkaç yaralı müstesna- vapurlara konuldu ve yola çıkıldı.”